28 Şubat 2007

Bir evlilik arifesi yazısı "Tolerans Nightingale"


Bir arkadaşım evlilik arifesinde “Biliyor musun kendi annemi bile tanıyamıyorum. Hayatta yapmaz dediğim ne varsa yapıyor” demişti. O tarihte kendisini empati kurarak anladığıma kanaat getirmiştim. Uygulama aşamasında şimdi kendisini çok daha iyi anladığıma hükmediyorum.

Evlenmek hakikaten ilginç bir olgu.Efendim “nasıl?” diye soracaksınız. Bu yazıda size bunu ifade etmeye çalışacağım.

İşin “Evliliğe karar verme” kısmı üzerine kitap bile yazılabilir bir konu. Yaşamların bir kesişim kümesinde buluşmasıyla başlayan süreç, bu iki yaşamdan bir birleşim kümesi elde etme çabasıyla devam ediyor efendim. Fakat bu sırada bu iki kümenin sınırları dışında kalan kim varsa etkimeye başllıyor ki: iş asıl orda şaşıyor.

Şükürler olsun ki, kendi kararlarını verebilen bir birey olarak yetiştim. Kendi kararlarımı verdim, veriyorum. Sorumluluğu ne ise taşıyorum. Yaşamımızın bu aşamasında hayatımı birleştirmek istediğim insanla oturup “ikimiz” ortak kararlar alabiliyoruz. Bir çubuğun ucuna takılı karagöz-hacivat imgeleriymiş gibi yaşayanlardan değiliz. Lakin yerine göre bizler de etkilenebiliyoruz.

Çünkü, tespitlerim gösteriyor ki, herkes kendi hayallerin gerçeklemek çabasında. Anneler babalar, kardeşler, gelin, damat, yakınlar, uzaklar ve hatta konu-komşu. Bu evlilik fikrine öyle bir anlam yüklenmiş, öylesine ritüelleştirilmiş ki: olay gerçekleşinceye kadar her karakter kendisine yıllar boyu bir rol biçmiş. Bu role uygun giyinmek, bu role uygun konuşmak, bu role uygun davranmak niyetiyle yola çıkılmış. E bu roller de bazı yerlerde çelişiyor, üst üste biniyor. Olay film de olmadığına göre; “mahsuscuktan” olmuyor hiçbir şey. Gerçekten canımız yanıyor.

Bu satırları niye yazdım? E bazen benim de canım yanıyor canım. Kararlarımın ve arzularımın üzerine basılıyor zaman zaman. “Tolerans Nightingale” olcam ben, olcam. Aslında başka bir blog yazsı yazacaktım. İçimden bu geldi. Bunu yazdım. Ohhhh içimi döktüm!

22 Şubat 2007

Big brother is watching you!


Dün gece itibariyle son bikaç sayfasını sonraya sakladığım, George Orwell'in 1984 adlı romanını bitirmiş bulunuyorum. Kitaptan etkilenmiş bulunuyorum. Az daha büyüyünce bir kere daha okumayı planlıyorum.

George Orwell’i 1984’ü ile değil Hayvan Çiftiği ile tanıyordum. Hangi sebepten indirdiğimi hatırlamadığım tezlerden birinde “1984’de sözü edilen dünya düzenin uygun bir eğitim biçimi”nden bahsediliyordu. (tezi bulabilirsem başlığını ve referansını buraya ekleyeceğim) Tezin ardından bu romanı okumalı diye düşünürken, sevgilim elinde kitapla oldukça etkilenmiş olarak geldi. Kitabı okuma sırası bana gelmişti.

Biten romanın ardından bu sabah işe gelirken gördüğüm bütün ilan panolarında bıyıklı bir adamın yüzünü görür gibi oldum. “Big brother is watching you!” Kitabın beni etkilemesinin nedeni sanıyorum ki: yaşadığımız hayattaki bazı olgularla, kitaptaki olguların çakışması. Yönetim biçiminden bağımsız olarak bireyin yönetimden kaynaklı yaralarına dokunan bir kitap olmuş bana kalırsa. Genllikle anti-sosyalist olarak nitelendirilen kitap, anti-kapitalist çizgiler de taşımakta. Yazarın özellikle “çiftdüşün” olarak adlandırdığı düşünce-karar sistematiği hakkında yazdıkları, bana dilimizde yaşanan çözülmeyi; ve bu çözülemenin getirdiği/getireceği olası sorunları yaşattı. Sözlerimizi, ifadelerimizi, dilimizi etkilerken aslında düşüncelerimizin de nasıl yeniden şekillendirildiğini ve bu şeklin dünya düzeninin aslında küçük bir modeli olduğunu söylemek yanlış olmaz.

“Mutlu son”lara alıştırılmış bir neslin evladı olarak; mutsuz biten kitap hakkındaki görüşlerimi yazarın etkileyici bir sözü ile tamamlamak istiyorum:

“insanlar yalnızca yaşamın amacının mutluluk olmadığını düşünmeye başlayınca mutluluğa ulaşabilirler.”

18 Şubat 2007

Bu hafta neler yaptım?


(eser: Burhan Doğançay "two hearts one soul" www.lebriz.com)

Aklımda "şunu bloguma yazayım" diye dolanıp duran onlarca konu varken, blog yazılarımın arası açıldı. Bunu mazur görünüz. Çünkü bu hafta:

1-İş değişitirme kararımı iş yeri sahiplerine açıkladım, tepkileriyle uğraştım. Tatlıya bağladım.
2-İstifa ettim.
3- İş yerinden ayrılacağımı beraber çalıştığım arkadaşıma açıkladım. Hiç kolay olmadı.
4- Arkadaşlarımla ve öğrencilerimle vedalaştım, ağlaştım.
5-İnanması zor ama içimi ferahlatan, özlediğim, güzel anneannemi bana yeniden hatırlatan bir deneyim yaşadım.
6-Tango yaptım.
7- Sevgililer gününde sevgilimle güzel bir akşam geçirdim.Hediye verdim.Hediye aldım. Rakı içtim. Zevkten dört köşe oldum. (A.Ayrancı Turizm Taksinin beyefendi şöförünün sevgilimle ikimize yaptığı jest ayrıca anılmaya değer...)
8-Yeni işim için gereken evrakların peşinde koştum. (adliye, doktor, fotoğrafçı, muhtar, bankacı)
9-Master ders kayıtlarımı yapmaya çalıştım.
10-Grip oldum.
11-Evlenme teklifi aldım.
12-Evlenme teklifini kabul ettim.
13-Sevgilimle beraber alyans beğendim.
12-Babamla tartıştım.
13-Kek yaptım!

Yaşantım baş döndürücü bir hızla akıyor. Bir önceki yazıdaki karıncalar çıkıp keki yemeye başlamadan önlem almam lazım. Sonra yine görüşürüz!

13 Şubat 2007

Başıma üşüşen karıncalar

(Resim by kafası hunili. Teşekkürler!)
Şimdi farzedin ki baharmış. Kış kışlıktan şaştı bahar baharlıktan ya, yabancılamayın kendinizi. Farzedin ki daha gençsiniz: daha az kaygılı, eteklerinizi tutuşturan başka çizgili, kareli, harita metod, yuvarlanan küreden, kırmızı tren kaygılarınız var. Yuvarlanıp duran mavi yeşil küreden bihaber telaşlarınız var avuçlarınızın içinde.

Böyle bir zaman süregiderken, başınızın üzerinden bir karınca düşüyor. Huzursuz, kımıl kımıl kımıldanan bir karınca. Her şey karıncanın sakinliğinizi, dinginliğinizi yerle bir eden bir kımıltıyla teninize değmesiyle başıyor. Bir de bakıyorsunuz ki; başka karıncalar da üşüşüvermiş başınıza. bir karınca, iki karınca, derken... Başınızın üzerinde duran aynı mavi gök oysa ki. Güneş aynı edayla balkımakta. Fakat siz başınıza üşüşen karıncaların devinimine kaptırmışsız kendinizi bir kere.

Yaşadıklarımın bir cins betimlemesini sırtında taşıyor işte bu karıncalar. Nedense kendileri tek tek üşüşmüyorlar başıma ki, birini yakalayıp ondan kurtulayım; sonra diğeriyle uğraşayım. Arada da parlayan güneşe bir bakmaya fırsat bulayım. Telaşlarım bilyeler gibi eteğimden dökülsün; ışıldasın onları zevkle bir daha toplayayım.

Malum kışı yaşıyoruz ama ben farzediyorum ki hava güzel. Yirmi beş yaşımı yaşıyorum. Yaşadıklarımın belki fazlası var, belki azı. Ne tartacak bulunur, ne değerlendirecek. Bilmiyorum. Gözümü kapıyorum. Ulu bir çınarın gövdesine yaslanmışım. Bir elimde elmam var. Diğer elimde kitabım. Manzaram var, huzurum var, içime sakladım onu. Yalnızca sevdiklerimle paylaşacağım güzel bir yere. Her ne kadar yaşamda karıncalar hep kalabalık bir ordu misali tepeme üşüşselerde; huzurumu saklarken onlarla başa çıkmayı öğreniyorum yavaş yavaş.

Bir dönemi açıp bir dönemi kapatıyorum bugün. İlkokulda öğrenmiştik ya hani. İlk çağ, orta çağ yeni çağ, yakın çağ. Bilmem ki ne koymalı bu çağın adını? En iyisi ilkokul öğretmenime sormalı. Daha kim bilir ne çağlar yaşayacağım. Kulaklarımda aksak ritimli, oynak bir melodi durmadan yankılanıp duruyor. Ve bana her seferinde, "her şey çok güzel olacak" dedirten batıl inancım ritm tutuyor ona. Ben de bırakıyorum, kımıldansın dursun karıncalar. Ne yaşadıysam benim. Güzel günler benim. Elmamdan bir ısırık daha alıp, kitabımın bir sayfasını daha çeviriyorum. Başıma üşüşen karıncalara ne elmamı yar ediyorum, ne kitabımı, ne kendimi. Karınca gibi olmalı diyorum zaman zaman, çalışmalı.

09 Şubat 2007

Tepetaklak tatil!

Neden bu kadar uzun bir ara verdim yazılarıma? Çünkü tatildeydim. Sömestr tatili... Eğer Songül ve Zeynep kalıp da Trabzon’dan gelmeselerdi, eğer Ezginin Günlüğü Nefes’te konser vermeye kalkmasaydı; ömrümün en boktan sömestr tatilini geçirdim diyecektim. Sanırım yine de ömrümün en boktan sömestr tatilini geçirdim. Neden mi böyle ağır konuşuyorum? Sanırım insanın zaman zaman böyle konuşmaya da ihtiyacı oluyor. Böyle konuşunca birden Can Yücel’in sesi çınlar gibi oldu kulaklarımda.

Şu gökteki ay var ya
Şu boktan şu yarım ay
Bakarsan bakarsan bakarsan
Bi tek sözüme bakıyor benim
dolunay olmak için
O bana bakıyor
Ben ona.
O bana bakıyor
Ben ona,
Hepimiz ama
Hepimiz
Hepimiz
Bakıyoruz hep birbirimize
bakıyoruz hep bakıyoruz
ADAM olmak için hep

Ay! Ay! Ay!

O bana bakıyor
Ben ona.
O bana bakıyor
Ben ona
Canım yanarcasına
Ne zaman
Ama ne zaman olacak bu iş?


Özetle bu tatilde yine biraz Sıdıka Saka oldum. Desenli hırkamı giydim. Annem hastaydı başında bekledim. Onlarca yeni doğmuş bebek gördüm. Ve onlarca genç anne… Bu tatilde sobadan, kömürden, külden, kurumdan bi kat daha fazla nefret ettim. Çok üşüdüm. Çok sıkıldım. Çok yemek yaptım. Ve hiç kitap okuyamadım. Omzum hala ağrıyor. Hale yola koymak istediğim işleri de bir türlü hale yola koyamadım. Neyse geçer! Bu arada artık tek tük de olsa sigara içmiycem. Hey heyler tepeden dumanla kovulmuyor!