25 Mart 2007

Baharı Ömrümün


Bir bahar yazısı yazmasam bahçemdeki hevesli, genç bademe haksızlık etmiş olacaktım. Gönlüm el vermedi.
Bahar bayramı geldi, geçti. Saatler ileri alındı; çiçekler açtı; benim "grezyaaa" dediğim ve latince asıl adını bir türlü hatırlayamadığım, ODTÜ'nün yaprağından önce sarı çiçekler çıkaran çalıları şenlendi. Hatta geçen gün beyaz bir kelebeğin bahçedeki mor sümbüle misafir olduğunu gördüm. Şaşkın serçeler telaşla ötüşüp duruyorlardı başımın üzerinde. Kediler kiremitleri yerinden oynatan seslerle arz-ı endan ediyorlar çoktandır. Ve taze bademi görüyorum artık tezgahlarda. Daha ne olsun? Bahar geldi. Başka kanıta hacet yok!

Düşünüyorum da zaman zaman. Ben de baharını yaşıyorum ömrümün. Şarkının söylediği gibi ikincisini değil, ilkini üstelik! Çiçeklendim, meylim var meyveye durmaya. Yahu hakikaten çok seviyorum şu baharı ben galiba!

21 Mart 2007

Dünya Şiir Günü Şerefine

AVARA

anımsıyor musun?
bir çetemiz vardı: Vahşi Siyah Atlar
ısmarlama serserilikler yaşardık
kimseden bir şey demeden kaçıp gitmeler gibi
sokaklarda sabahlamak, parklarda yatmak
yabancıları mahalleye sokmamak gibi
Ve bir gün gideceğimiz bir Amerika vardı
herkesin bir Amerika'sı vardı o zamanlar
herkes gece istasyonlarında
kendi Amerika'sını aradı

kısık ışıklı arkadaş odaları
plağın bir yüzünü kaplayan uzun parçalar eşliğinde
kendi rüyalarımıza dalar, dağılırdık
okyanuslar, gemi yolculukları, kanayan ıslıklar
ve dünyanın bütün limanları
önümüzdeki sessizce uzardı

BİTERDİ PLAK, DİSK BOŞA DÖNERDİ.
DÜŞLERİMİZ ÇARPIP GERİ DÖNEN SULARDI ŞİMDİ
BÖYLE ZAMANLARDA İLK SÖZÜ SÖYLEMEKTEN
KAÇINIRDI HERKES
SONRA BİR USULCA KALKAR, HERKESE ÇAY KOYARDI
ANIMSIYOR MUSUN?

vahşi siyah atlardık
kentin ışıklı çöllerinde kendi izini arayan
deri ceketlerimize sığdıramadığımız düşlerimiz kadar
asık ve düşmandık
dünya acıtırdı bizi. her şey kanatır, her şey yaralardı
sevişmek çekip çıkarmazdı bizi derinliğimizden
öfkemizi dindirmezdi hiçbir şey
geceleri uyuyamayan çocuklardık,
otobüs garlarında uzun maceralara umar
apansız yolculuklara çıkardık

uykulu kentlere girerdik gece yarıları
ıssız ağaçlar olurdu yol kenarlarında
gökyüzünde parlak yıldızlar, her yere aynı uzaklıkta
sarhoş bindiğimiz otobüsün penceresinden
sanki bambaşka bir dünyaya bakardık
sonra saklayarak yüzümüzü birbirimizden
yumruklarımızı sıkar sessizce ağlardık
ışığı açık kalmış pencerelere, kepenği örtülü dükkanlara,
yaz bahçelerinden taşan çiçeklere,
adını bile bilmediğimiz bu kente
neye olduğunu bile bilmediğimiz bir hasretle
uzun uzun bakardık
anımsıyor musun?

ahh o gece yolculukları
bir başka kentte, bir başka insan olmanın umutları
kaç yol arkadaşı kaldı şimdi geriye
gençliğin ilk acılarını birlikte keşfettiğimiz
kaç yol arkadaşı?
sürüyerek götürdüğümüz dargın beraberlikleri saymazsak
ne kalıyor elimizde?
ölenler,
terk edenler,
bir de telefonları, adresleri, kendileri değişenler

vahşi, siyah atlardık; yılkıya bırakıldık
içimizden kimse gidemedi Amerika'ya
kendi Amerika'sı da olmadı hiçbirimizin
yağmur aldı
rüzgar aldı
zaman aldı
o vahşi siyah atları
herşey o eski rüya da kaldı

çarpıp geri dönen düşlerimizin üstünde
çürümüş cesetleri yüzüyor şimdi vahşi siyah atların
öldükleri sahilleri kendileri de bilmiyorlar
peki sen anımsıyor musun?


Murathan Mungan

Dünya şiir gününde senelerdir aklımdaki yerini hiç terketmemiş bir şiir!

07 Mart 2007

Dünya Kadınlar Günü'nde..

Evrimin blogunda yazdığı yazı beni modern dünyada kadın olmak konulu bir blog yazmaya doğru itekliyordu; 8 mart Dünya Kadınlar Günü'ne denk gelmesi de isabet oldu.

Modern dünya sendromlarından biri de bu modern dünyada kadın olma sendromu. Bir koltukta bir değil iki değil üç, belki de daha fazla karpuz taşımaya çalışma hali. Hem bakımlı olmak, hem çalışmak hem anne olmak, hem topluma karşı durmak, hem toplumun bir parçası olmak. Hem geçmişe dönük, hem günümüze yönelik bir çok kimliği birlikte taşımaya çalışmak. Bu arada alarm ışığı yanıp sönen biyolojik saatini kimselere göstermeden kapatmaya uğraşmak. Biyolojik saatin hormonlarla birlikte durmadan daha da kuvvetli çalışması. Arzular, istekler ve hayallerle boy ölçüşmeye çalışan enerji seviyesinin de üzerine tuz biber olması...

Dünya Kadınlar Günü’nde eşinden/partnerinden şiddet görmeyen, kendi parasını kazanabilen, eğitim hakkını kullanabilmiş/kullanabilen, sağlıklı ve bütün bunların sonucu olarak mutlu azınlıkta yer alan bir kadınım. Diğer çoğunlukta yer alan kadınlardan: çocuk yaşta annelerden, töre kurbanlarından, eşlerince öldürülen, boğazlanan, yaşamları çerçevelenen, ezilen, kullanılan kadınlardan da bihaber değilim üstelik. Maruz kaldığı bütün acıları ve sahip olduğu bütün ayrıcalıkları aynı şeye; “doğurganlığına” borçlu olduğunu bildiğim bir cinsin mensubu olmaktan, “kadın olmak” denen bu zor zanaatı icra etmekten mutluyum! Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun!

05 Mart 2007

Asıl Şimdi Başlıyoruz!


Edebiyatta adettendir; yaşam oyuna benzetilir. Kimi zaman çocukların oynadığı cinsten kimi zaman büyüklerin oynadıkları cinsten… Ama mutlaka oyun. Kuralları olan bir oyun. Oyuncuları olan bir oyun. Bir sonraki aşaması hep bilinen ve her seferinde sürprizlere gebe bir oyun.

Ben de zaman zaman yaşamı bir oyuna benzetiyorum. Bu oyunda köşe taşları var. Bu köşe taşlarını öyle bir yerleştirmeniz gerekiyor ki, sonraki aşamada üzerine koyacağınız diğer taşlar yıkılmasın; ayakta dursunlar. Oyun zor. Oyuna başlayacağınız yeri siz seçemiyorsunuz zaten; nerede, nasıl başlayacağınız zarlar tarafından belirleniyor. Sizin işiniz taşları yerleştirmek. O taşları taşımak, o taşların ağırlığını omuzlamak ve oyuna devam etmek.

Her taşın belirli bir anlamı var, ve her taş başka bir taşı koymak için yer açıyor size ya da belki yolunuzu kapatıyor. Yapabileceğiniz taşları yerleştireceğiniz yerlere karar vermek ve bu kararların sonuçlarına katlanmak. Üstelik oyun sadece kurallarla, kararlarla oynanmıyor; hislerinizle hareket etmelisiniz kimi zaman ve bir de bunu ne zaman yapacağınızı bilecek kadar derinden hissetmelisiniz! Zor oyun doğrusu.

Dedim ya en önemli taşlar köşe taşları. İşin ilginç yanı; köşe taşlarının ne zaman nasıl oyuna dâhil olacağını bilemiyorsunuz. O taşları harcayıp gitmiş de olabilirsiniz; hiç karşılaşmamış da…

Bu cumartesi, uzun zamandır köşe taşı olduğunu düşündüğüm bir taşı yerli yerine yerleştirmek yolunda bir adım attım. Sadece bir “nasılsın !” ile başlayan bir diyalogdan buralara geldik biz. Nasıl dâhil olduk birbirimizin yaşamlarına, nasıl ettik? Sevindim, heyecanlandım, uçtum! İkimiz de birbirimizin yaşamında birer köşe taşı olduk sanırım. Üzerine yeni ve sağlam taşlar ekleyerek oyuna devam… Asıl şimdi başlıyoruz! ;-)

Ayrıca, o gece babamın “hayırlı olsun” demesiyle ahaliyi alkışlamak üzere galeyâna getiren bendim! Kendi evimde misafirlere ilk kez ben servis yapmıyordum, biraz şaşkındım. İlk defa kahveleri yapmakta tuzum bulundu sadece. O gece yüzünde gülücükler açan herkese, elinden geleni ortaya koyan herkese, göbecikler atan herkese teşekkürlerimi sunarım. Bu oyunu sizlerle oynaması da pek keyifli oluyor canım!