21 Ekim 2007

Bu pazar


Parmağımı boyamalarına izin vermedim. Hayır vermedim. Bir "evet"in ya da "hayır"ın dört önermeye birden karşılık gelmesinin mantıksızlığının farkındayım üstelik. Parmağımı iyice bir cilaladım. Sol elimin işaret parmağını. Orta parmağı da olabilirdi ya; o zaman biraz ayıp olurdu, seçim görevlisine. Yanlış söylememeli "referandum". Amanın yandım.

Pazar sabah uykumu, her sabah aynı saatte uyanma alışan bünyemin bu garip alışkanlığına feda ettim. Hem bu ilk değildi ki canım! Bir bardak çay ve sıcak böreğin paylaşıldığında geride bıraktığı tad dağıttı uykumun ağırlığını da, kendime geldim sonradan. Yine de canım hiçbir işin ucundan tutmak istemedi. Ev sahibinin saçından tutmak istedi en çok. Böyle tutmak, çekmek, sürümek, sürümek, sürümek. "Bir orta yol bulalım evladım!" Bir orta parmak mı bulsak? Ne yapsak? Aralık ayının bir aralığını sığdırıversek teyzeciğim size. Kibarca uzattığım bir bardak suyu, kaynarcasından tepenize boca etmek isterdim ne yalan söylemeli. Bırakmalı şimdi bu işleri bırakmalı. Aklı başa toplamalı, çalışmalı, çalışmalı!

Ben çalışırken, başkaları da boş durmadı bu pazar. Çatıştılar! Öyle karşılaşıverir gibi değil. Can verir gibisinden. Çatıştılar. Bilimde, sanatta ilerlemeyi savunan hümanist birilerinin başının altından çıktı üstelik bu işler. Birileri tuttu "savaş" koydu çocuğunun adını. "Yaşam savaşı". Hıh! Lanet olası bir komuta kutusunun üzerinde mi yazıyordu ki acaba "fire" diye. Dan, dan, dan. bu oyun çıkıp gitsin hayatımızdan.

Bi başından, bi sonundan tuttarak, çekiştirerek, öteleyerek yazdım bu yazıyı. E öyle hissettim de ondan. Evde iki yumurta buldum, bi elma, bi bardak süt ve biraz şeker. Katık ettim de, tatlı tatlı yedik. Yedik payımıza düşen yaşam savaşı pastamızdan.

Not: Bu yazı evliliğimizin 3. ayında evden çıkmamızı isteyen ev sahibeme, parmağımı boyayanlara, 184'ün yeter sayı olduğunu savunanlara, "şahsi menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit eden iktidar sahiplerine" ithaf edilmiştir. Buyursunlar!

07 Ekim 2007

EXLIBRIS

"Exlibiris" ne demektir? Sözcüğü ilk kez nerede duydum, nasıl rastladım hatırlamıyorum ama pek bir ilgimi çektiği kesin. Hatta öyle ki; bir ara bilgisayar başına oturup kendim için exlibris denemeleri bile yaptım.

Exlibris, kitapseverlerin kitaplarının iç kapağına yapıştırdıkları üzerinde adlarının ve değişik konularda resimlerin yer aldığı küçük boyutlu özgün yapıtlardır. Kitabın kartviziti ya da tapusudur. Sözcük olarak "..."nın kitabı, "..."nın kitaplığına ait veya "..."nın kütüphanesinden anlamına gelir.
(Ayrıntılı bilgi için bakınız: www.fotografya.gen.tr ve Ankara Exlibris Derneği)

Ne hoş fikir değil mi? Kitabın ilk sayfasına adını yazıyorsun ve onu bir sanat eseriyle yazıyorsun.

Baskı tekniğiyle, tarzıyla, amacıyla, anlatımıyla bambaşka bir sanat. Bu sanatın dünyada pek çok hastası, dolayısıyla çok sayıda exlibris koleksiyoneri var. 15. yüzyılda ilk örnekleri görülen bu sanatın koleksiyoneri olur muyum bilmiyorum ama; gün gelir "Didem'in kütüphanesi'nden " ibaresi taşıyan exlibrislerim olur belki...

Eğer,"Ben hiç exlibris görmedim." diyorsanız; Ankara Exlibris Derneği ve Hacettepe Üniversitesinin katkılarıyla düzenlenen 2. Uluslararası Exlibris Yarışması'nın kataloğu'na şöyle bir göz atın derim. Edebiyatla, resim sanatının; bir kitabın ilk sayfasında buluşmasına atılan imzayı görmeden geçmeyin!

01 Ekim 2007

Karışık!


Açık bir mektup. Bugün ne yaptın? Bir tankın parçalarını ıncık cıncık inceledim. İçimdeki “eğitimci” savaş oyunlarından kaçarken, gerçeğine yakalandı üzerinize afiyet. Zurnanın son deliğine yakın olmanın da var tabi ki payı bir miktar. Ve zaten “eğitim diye bir şey yoktur!” diye itiraf etmek isterken; doğalgazlı ocaklarını elektirikle tutuşturmaya çalışan yaşlı ve çiftin haberleri çalındı kulağıma. Düne kadar ben çeviriyordum telefonlarını üstelik.

“Ben bir şey anlamadım.” Diyecek varsa satırlara, varsın beri gelsin. Zaten satırlar da bir şey anlattığından yazılmadılar buracığa.

Ekimin biri. Ölünün körü. Bir başın sağolsun borcum vardı. Ödedim. Bir de dünyanın yağmur borcu var bana. Islanmayınca da hüzün verebiliyormuş demek ki sonbahar. Çıkarıp koymalı defter arasında kurutulmuş çınar yapraklarını yerine. Öyle ki, Karanfil Sokak’ta bile yerde bir tel yaprak kalmamalı.

Bilge “ yaşlandık” yazmış. Hayır, yeri değil! Zamanı hiç değil. Olsa olsa sonbaharda olurdu o dediğin. Bu havada bu ruh hali… Mümkün değil!