29 Ekim 2008

Bayram mesajı



Sevgili günlük,

Bugün 29 Ekim 2008. Evimdeyim. Tez zamanda bitmeyen tezimin sonlarını yazmaya uğraşıyorum. Evimin penceresinde kırmızı Türk bayrağı asılı duruyor.

Sabah okul üniformasıyla okulan giden çocukları gördüm. Çocukken 29 Ekim'lerde yaşadığım tatlı telaşı anımsadım. Şiirini ezberlemiş, Saçlarını örmüş, okula doğru kalbi pıt pıt atarak giden kız çocuğunu pencereden bakarken özlemle andım.

Haberlere baktım. "Çıktık açık alınla...." Sordum kendime? Hangi alınlar açık? Hangi alınlar ak bugün? Aklarla bokların birbirine karıştığı bir dönemi yaşıyoruz. 85 yıl sonra cumhuriyeti, 85 yıl öncekine benzer ancak bu evrimleşerek güçlenmiş, değişmiş ancak aynı köke dayanan etmenler tehtid ediyor. Halk aynı masallarla uyutuluyor. Gözler, benzer bez parçalarıyla bağlanıyor. Bağlamak yetmiyor, kapatmak, sansürlemek geliyor arkasından. Yine kan dökülüyor, ve bazıları var ki yine kanla besleniyor.

"Cumhuriyeeet, cumhuriyeeeet, en güzel şey hürriyeeeet!,
Nice zahmeeet nicee emeeek verdi sanaaa bu mileeeet!" deyip, çoluk çocuk marşlarla kutlanan 29 Ekim'lerin anlamı belki de biraz daha büyük bugün. Bayramınız kutlu olsun. Şeker bayramı değil, CUMHURİYET BAYRAMI!

24 Ekim 2008

Bu Siteye Erişim....

Kapatın kapatın bunu da kapatın. Beni de kapatın. Düşünen, konuşan, yazan ne varsa kapatın. Fişini çekin. Hesabını kesin! Kepazelik! Protesto için üzerinde bu siteye erişim engellenmiştir yazılı T-şört bastırıp, giyesim var!

13 Ekim 2008

Bir ömürde birkaç yaşam- Nail ÇAKIRHAN

İnsan bir ömre kaç yaşam sığdırabilir dersiniz? Kimileri bir ömrü bir kaç kez yaşarcasına yaşamaktadır kimbilir. Bana kalırsa, bir ömre bi kaç yaşam birden sığdıranlardanmış Nail Çakırhan. Yaşam öyküsünü okuyup da etkilenmemek elde değil. Akyaka'ya gidip etkilenmemek de öyle...

Nail çakırhan'ı bu Ekim'de yitirdik. Akyaka'ya gidip bir derin soluk alıp, gördüklerinden etkilenen herkes Çakırhan'ı bir kez olusun hatırlamalı. İnsan yaşadı mı bir ömrü böyle dolu dolu yaşamalı.

Yaşadığı yeri cennete çeviren ustanın mekanı da cennet olsun!

12 Ekim 2008

Ramazan 2008

Ankara’dan İstanbul’ a doğru yola koyulmuşum. .Seyahat esnasında internet bağlantısını da bulmuşum. Bundan iyi fırsat olmaz deyip bayram blogunu yazmaya koyulmuşum. Buyrun okuyun!

Daha tatil 3. Perde blogumu yazamadan bayram blogu yazmaya başladım. Çok mu geziyorum ne? Belki de bu yüzden bir türlü bitmek bilmiyor bu “tez” denilen canlı, yaşayan ve beni bayan organizma.

Yaşasın milli bayramlar, dini bayramlar, deliye her gün bayramlar demek istiyorum. Zira eğer iş veren denen manyağın eline kalsak, bizi zombiye döndürüp gece gündüz, molasız, ekmeksiz susuz çalıştırıp duracak. Çalış çalış nooluyo?.... Teknoloji ilerliyo, dünya kirleniyo, dünya ekonomisi çöküyo. Burdan konuyu buraya nasıl bağladın? Nerden nereye geldik diyene cevap veremiycem geldik işte.

Lafı çorba etmeden devam edelim. Bu yıl “şeker” bayramı şeker gibi geçti. Gerçekten dinlendiğimi hissettim. Kayınvalidem müthiş yemeklerinden yaptı. Bize gözü gibi baktı. Barbunya -eşimin en sevdiği ve bamya -benim en sevdiğim pişti. Afiyetle yendi.(Burada edilgen çatılı fiil yemeklerin kendiliğinden piştiği anlamına gelmiyor! Annem pişirdi tabi ki ve biz her sabah mis gib kokularla uyandık!)

Adet olduğu üzre büyüklere el öpmeye gidildi. Hayır dualar mutluluk dilekleri alındı. “Gelinimiz de pek güzelmiş!Maaşallah!”. Buraya kadar ki kısmı süper. E tabi yine adet olduğu üzere devamı geldi: “E artık siz de yapın bitane!” Oldu! Başka bir arzunuz? Ne yapalım? Pasta? Börek? Bizim insanımız böyle. Herkes herkesin hayatını kendine göre planlıyor. Üstelik bazı bazı biz de düşüyoruz aynı hatanın içine. Hadi yine neyse...

E tabi İzmir’e gitmeden önce bendeniz şuraya da gidelim, buraya da gidelim diye bıt bıtlanıp durmaktaydım. Yapım bu! Gezentiyim efendim. Ömrüm boyunca bünyede monte edili olduğuna inandığım görünmez kilometre saati çatır çatır işlesin; artsın, hatta bizim eski model peugeot da başımıza geldiği gibi 999999 den 000000’e atıp saymaya devam etsin istiyorum. Bunun müsebbibi belki biraz çocuklukta izlediğimiz Barış Manço programlarıdır. Belki annemle babamdır. Belki anneannemden bana geçen adı bilinmedik bir gendir. Bilemiyorum. Sonuç, gezmeyi tozmayı seviyorum. O gezenti ben oluyorum! Ve sevgili kocam da beni hiç kırmıyor, tutup elimden gezdiriyor saolsun!

Bu kez de öyle oldu. “İkea evimizin her şeyi!” dendi.İkeaya gidildi, kutular alındı.( Ankaraya taşındı ve eve döner dönmez kitaplıkta temizlik yapıldı tabii.)
Sonra efendim Alaçatı’ya kumru yemeye gidildi. Alaçatı gezildi. Outlet centerlar gezildi. Cici mi cici siyah bir ayakkabı aldım üstelik.Bir hatun daha ne istesin!

Sonra Selçuk’a ve Efes’e gidildi. Efes’teki müze kartı olmayan öğrenci-değil herkese 20 TYL giriş uygulaması kınandı ve müze kart alıp daha sonra gezilmek üzere, “daş” görme etkinliği ertelendi.
Torbalı’da Emrah’ın çocukluğuna gidildi. İlkokulun girişinde döşeli taşlarda geçmişe dönüldü, okula bisikletle giden mutlu çocukluklar özlemle anıldı.Bilen bilir, ben nedendir bilmem, ağaçları görünce tanımayı pek seviyorum. Örneğin, İzmir Fen Lisesi’nin bahçesndeki karabiber ağaçlarını görünce tanımak, kokusunu içime çekmek, salkımlarına dokunmaktan haz aldım. Aslı Abla’nın İzmir Fen’deki günleri hatırlamaktan aldığı haz kadar olmasa da...
Bu yıl zeytin yılı idi dolayısıyla Torbalıda zeytinler dallardan taşarcasına sarkıyorlardı. Babamla bahçedeki iki zeytin ağacının meyvelerini topladık. Hatta bir kısmını oturup çizikli zeytin olmak üzere çizdik. Pek keyif aldım. Değmeyin keyfimeee... PTT’nin bahçeindeki mantar ağacını görmeye gidecektik, unuttuk. Bir dahakine !

Özetle bu aralar bayramlar İzmir’de geçiyor. Tatlı tatlı geçiyor. Hep tatlılıkla geçmesi temennisiyle Kurban bayramını iple çekerekten ilerliyorum. Zira kurbana kadar tezimi sırtımda taşımaktan kurtulmuş olacağım!

05 Ekim 2008

Sokak Adları

Aslında bir bayram blogu yazacaktım. Onu daha sonraya bırakıyorum. Can yakan bir konuyu yazıyorum.

Bayramlarda yolumuz İzmir'e düşüyor, malum. Bu bayram da öyle oldu. Ankara- İzmir Karayolu'nun Uşak'ta şehir içindeki ışıklarından birinin yerine bir üst geçit yapılmış. İzmir de annemden öğrendik ki; Uşak'ın sahip olduğu bu yegane üst geçide Dağlıca baskınında yaşamını yitiren "Şehit Piyade Asteğmen Mehmet Bozkuş" un adı verilmiş. Düğünümüzde oradan oraya neşeyle koşuşturup duran, Cennet Abla'nın biricik oğlunun adı... Cennet Abla Annemle telefonda konuşup bayramlaşırken ağlıyordu, tıpkı diğer şehit anneleri gibi...

Bayram bitmeden yeni şehit haberleri geldi. Bu bayram bazı evlere hiç mutlu gelmedi. Sormadan edemiyorum işte, bu ülkede şehit adı verilmemiş tek bir park, tek bir yol, tek bir sokak kalmayıncaya kadar sürüp gidecek mi bu durum?