17 Ocak 2011

Havanı Koru!

Çocukluğumun geçtiği okulun karşı köşesinde, hastanenin caddeye bakan demirlerinde aşağıdaki ilan asılı. Hem de uzunca zamandır. Yazları gençler duvarın başında, tam da yazının önünde sıralanıp oturuyorlar. Elde tesbih, çömelmiş karayağız delikanlılar... Hemen her mevsim, gündüz vakti, ağızlarına sıkıştırdıkları pamuktan kurtuklma telaşında, dolmuş bekleyen hastalar duruyorlar yazının önünde. Tam karşıdaki ilkokulun bahçesinde yerden yüksek oynayan çocuklar, hala böyle bir oyun varsa, umurlarına bile takmıyorlar yazıyı. Zira yazı her gün orda. Anlamı, varlığı devam ettikçe azalan her eşya gibi, duruyor öylesine. Sıradan bir tabela işte. Kipsiz kalasıca, bir de emir kipinde üstelik. Havanı Koru!



Bu akşam, bilmemkaçbininci kez geçerken tabelanın önünden, "havalı" bir şekilde arz-ı endam eden tabelaya inat, düşündüm de, nasıl da bozuldu mahallenin havası. Her anlamda. Kendi halinde yaşayıp giden aileler bir bir terk ettiler mahalleyi. Evler boşaldı. Bacalar tütmez oldu. Bilen bilir; duvarları tutan biraz da insanların nefesidir. Yıkılmış duvarlarla, saçılmış ateş tuğlalarıyla sarıldı ortalık. Yanıp sönen ucuz lambalarla aydınlatılmış tabelalar artarken, evlerin ışıkları azaldı. Sokakların önce ışığı, sonra havası kaçtı.


Sigara sağlığa zararlıdır! Eyvallah! Zararlıdır. Sonuna kadar. Ne yazık ki sadece sigara içmiyorlar o mahallede gençler/çocuklar. Başka şeyler de çekiyorlar ciğerlerine. Yasakların işe yaramadığının bir ispatı olarak; önce devriye peydah oluyor köşede; sonra da kimbilir kimleri kolaçan eden erketeci. Yaz kış fark etmiyor; "Havanı Koru" yazısına karşı, başı dumanlananlar oluyor. Başka dertleri olduğundan belki. Havasıdır, suyudur umurlarında değil!


Sizin de yolunuz düşerse eğer, işte tam da o "Havanı Koru" yazısını biraz geçip de çukura doğru ilerlediniz mi; soldaki camiyi geçip dört yola doğru vardınız mı, bir sisin içine düşersiniz. Bu sis o gece ısınmak için ne bulduysa yakan insanların bacalarından çıkıp yayılmıştır ortalığa. Belediyenin kendine has yöntemlerle belirleyip "seçtiği" ailelere dağıttığı  kömürlerden salınmaktadır o duman. Aldığınız bir nefesle, genzinizin yandığını hissedip, yüzünüzü buruşturduğunuz o an, zihninizden "Havanı Koru" tabelası silinmemişse henüz, eve gidip bir sigara yaksanız da olur; oturup bir blog yazısı yazsanız da.

Diyeceğim o ki; ciğerler de önemli tabii ama, önce içinizi temiz tutun! Zira zaman geçerken, düzen değişiyor ve silinip gidiyor mahalleler hayallerdeki yerinden! Havasını, sahasını bilmem de; hayaller dumanlı!

10 Ocak 2011

Öksürük!

Ulen günlük,

Herşey o yeni yıldan beklediklerim blogunu yazmamla başladı. Bari bir amorti çıksaydı. O bile yok. Bütün çekilşlerden alımımızı aldık. Tövbe!
Adı üzerinde beklenti. Bekliyorsun! İşin içinde beklemek oldu mu o direk sıkıntı veren bir durum. Adını değiştirmeli bunun. Dilek de olmaz. Onu da tutuyosun. Bekliyosun. Oluyo, olmuyo, pek durumu belli olmuyo yani. Sözcüğü değiştirsem ne olacak. Heyhat... Hayatın hamurunda mevcut bu kontrol edilemeyen değişken. Sıksan sıksan 3-5 değişkeni kontrol edebilirsin. Onda da örneklemdi, evrendi derken göbeğin çatlar. İyisi mi vazgeçmeli bu deneysel çalışmalardan. Her şey bir cins case study. A completely new phenemenon!

Mesela bu tek kişilik yaşam. Yaşam tek kişilik değil benim için. Zira her şey iki kişi için organize edilmiş. Ancak, bu durum, evdeki çorbayı ısıtıp kaseye benim koymam gerekliliğini ortadan kaldırmıyor. Hasta olmak sinirlerimi bozuyor benim. Seviglimin yalnızken en çok hasta olunca sinirleniyordum derken, ne demek istediğini anlayabiliyordum da; empati bir yana, yaşamak diğer yana.

Aman işte günlük... Belkide erteleme davranışıdır bu benimkisi. Final raporu yazarken öksürük seni engelliyor da blog yazarken engellemiyor mu? Zerre kadar!