
Kaş’tan sahil yolundan tıngır mıngır gittik.Solumuzda deniz, sağımızda dağlar... Kaputaş’ta denize girmekten vazgeçtik. Merdivenler gözümüzü korkuttu da diyebiliriz. Sahil yolu Dalyan’a kadar devam ediyor ve yol sonra içerilere, dağlara doğru çekiliyor. Çam ormanlarının arasından kşimayı açmadan ormanın kokusunu dinleyerek önce Fethiye’ye oradan da Göcek e vardık. Göcek’e gidince gördük ki, tek hayranı Gani Müjde değilmiş. Hayran olunası bir yermiş. Cumhurbaşkanları, başbakanlar orada tatil yapıyorlarmış. Medya patronlarının, ülkenin sayılı zenginlerinin kendilerine ait koyları, küçük cennetleri Göcek’te yer alıyormuş. Ve hatta Uzan’ların olup da, zamanında TMSF’nin el koyduğu adacık da oracıktaymış. Ülker’lerin marinası oracıkta kurulmaktaymış. Venediğe benzeyen tasarımı ile Port Göcek oracıkta halen yapılmaktaymış. Swissotel kendine ait plaja sahip tek otel olarak dimdik ayakta durmaktaymış. Ve göz alabildiğine tekneler her yanda salınmaktaymış. Tek katlısı, çok katlısı, tahtası, fiberi, katamaranıyla Göcek bir başkaymış. Hatta Savarona bile orada demirli durmaktaymış . (Atatürk’ün yatı adıyla bilinen Savarona, yat olarak adlandırılması nedeniyle bana daha küçük bir deniz aracı gibi geliyordu.Değilmiş! resmen gemiymiş o gemi!) Sonuç olarak göcekteki bu “marine” zenginliği görüp hasta olanlara bir de özel hastane kurmuşlar işte tabelası!

Göcek’in içinde denize girilemediğinden, her gün başka bir yerde denize girme sevdasıyla yanıp tutuştuk. Önceden planladığım ve blogumda yayınladığım plana uygun olarak koylara, yakın yerlere gittik. İnlice’de ve Katrancı’da denize girdik. İnlice sakindi, bir kaç yurdum insanı perişan usülü karavan tatili yapmaktaydı. Gelin görün ki Katrancı koyundaki çadırlar neredeyse üst üste konmuştu. Ve o gecekondu kalabalığı içinde, ayakkabı, karpuz bıyıklı amca, çocuk bezi, buz dolabı, yatak, kum, mayo, bulaşık her şey üst üste durmaktaydı, ve bir doğal güzellik oracıkta heba olmaktaydı. Katrancı Koyu’nun Özal zamanında birilerine satıldığı/verildiği, daha sonra geri alındığı, sonra işletmeye açıldığı ve bu günkü konumunda ondan sonra geldiği anlatıldı bize.
Göcek günlerimizden bir diğerinde Ölüdeniz’e düştü yolumuz. Fakat ölüdeniz ölüdeniz değil, canlı, capcanlı, kaynamakta. Fiziki haritadan açıkça seçilebilen o doğal havuz, havuz olmaktan çıkmış, çocuklar için ayırtılmış bir doğal çiş havuzuna dönüşmüş. İnsan üstüne insan yatmakta. Kalabalık milli parkın sınırlarını zorlamakta. Aç parantez belirtmekte fayda var, milli park burada şu anlama geliyor; girişe para verirsiniz, arabalı iseniz ayrı, yaya iseniz ayrı para verirsiniz. Karşılığında sıklıkla yan yana dizilmiş ve para ile kiralalana şezlonglar ve de bir firmaya kiralanmış büfelerden "fast food" satın alabilme, tuvalet ve duş sırası bekleme gibi hizmeteri ücretsiz alabilirsiniz.
Neyse , milli parklarımızın sorunlarını bir kenara bırakalım. Sonbahar günü tatil günlerini özlemle yad ederekten yazmaya devam edelim. Ölüdeniz’in nispeten sakince bir yerinden denize girdik ve tuzlu mu tuzlu suyun tadına baktık. Yamaç paraşütünün anayurduna gelmiştik ya, güneş gözlüklerimizin ardından gökyüzünde otuzdan fazla yamaç paraşütü saydık. Hâlâ denemek istiyorum!
Göcekte bir gün de tekneyle açıldık. Bu gezi sonucunda, ne yazık ki, Göcek’teki günübirlik tekne turlarının, parayı bulan ve belki sırf bu yüzden deniz insanın sahip olduğu o naif, doygun, anlayışlı, tokgözlü halden uzaklaşan kişiler elinde rezil olduğuna şahit olduk. Göcekteki tekne turlarının daha ziyade bir cins tekne “eziyeti” oldğuna kanaat getirdik.

Göcekte acep yarın denize girmeye nereye gitsek diye aranıp duruken, google maps’de “sarıgerme” yazısını gördüm. “İşte buldum!” dedim “Burası yakınmış.” Tatil planlarını bana bırakmaya dünden razıolan kocamı, ekşi sözlükten bir kaç sarıgerme entrysi okuyarak, ertesi gün oraya gitmeye razı ettim. Önce Göcek geçidini sonra da sağlı sollu narenciye bahçelerini arkamızda bırakarak vardık Sarıgerme’ye. İki koca otelin tellerle çevrili arazileri arasında sıkışmış dar bir yoldan varılıyor Sarıgermede’ki Milli Parka. Araçla giriş yok. Bikaç kilomete önceden aracınızı parkedip, traktörden bozma bir çekçekle yayan olarak varabiliyosunuz parka. Keyifli oluyor. Haşlanmış mısırı da pek bir lezizi oluyor. Ve orada gerçekten ömrnüzde görüp görebileceğinzi en temiz, en derli toplu en düzenli halk plajı ile karşılaşıyorsunuz. Üstelik Türkiye’nin ortopedik engelliler için uygun tek plajı Sarıgerme’de. Vay be isteyince oluyormuş deyip, hemen yan şenzlongda yatan otel müşterisi “topless” ablalarla aynı plajı paylaşıyorsunuz. Yine de o yandaki şezlonga yatmak yasak. Neyse hava bedava su bedava diye anıp şairi, Sarıgerme’nin rüzgarlı havasında güneşlenmenin tadına varıyorsunuz.

Tatilin göcek kısmı burda bitti. Devamı. Mesudiye neresi?
2 yorum:
valla dedğin gibi şu sonbahar günlerine ve tezine inat sen yazmaya devam et bence :) okuması çoook keyifliiiiiii
kocamın o hastanede çalışmasını, bissürü zengin hastası olmasını ve hepsini sömürmesini, bu sayede beni de gül gibi yaşatmasını istiyoruuumm, tımam mıııı..
Yorum Gönder