30 Ekim 2009

Demir tozları


Öyle bir konu ki neresinden tutsam elimde kalıyor. Ufalanıyor... Demir tozları gibi...

Facebook hesabımda içinde küfürler bulunan guruplara davet edildiğimi bildiren iletiler görüyorum. Küfrü eden arkadaşım. Küfre maruz kalan ırka mensup olan da arkadaşım. Böyle iletileri gördüm mü, çatır çatır sayfalarca cevap yazmak istiyorum o arkadaşa. Ama yazmak konuşmak gibi değil. Konuşmaksa, her zaman mümkün olmuyor. Bir seksen sonrası uyuşukluğu musallat oluyor bünyeme. "Delete" diyip geçiyorum.

Ya da ne bileyim, bambaşka bir amaçla açılmış bir mail grubuna, bambaşka bir arkadaşım: "Bilmemne gazetesi yeni devlet kurulması için anket düzenlemiş. Hayır oyu ver!" emir kipinde mailler atıyor. Fesuphanallah! Bırak mail atmayı, sayfalarca yazmak, binlerce şey söylemek istiyorum. Yazsam olmuyor. Söylesem olmuyor. Kafamın içide durmadan şu cümle dönüp duruyor. "Kendisi mensubu olduğu mezhep dolayısıyla acı çektiğini, yerine göre dışlandığını, ötelendiğini söyleyen bir birey, nasıl olur da bir ırk ile ilgili olarak bu kadar..."

Ne boktan konu! Boktanlığı konunun ciddiyetsizliğinden, önemsizliğinden kaynaklanmıyor. Aksine, o kadar hassas bir mevzu ki, herkesi hemen en uçlara çekebiliyor. Dün aynı masada karşılıklı oturabilen insanları, karşı karşıya getirebiliyor. Boktanlığı da burdan kaynaklanıyor işte... Herkesin damarı aynı yerden geçiyor. O noktaya bastım mı, başlıyor kırk yerden, elli yerden kanamaya... Kanamayanın yarasını da birileri kaşıyor zaten.

Uçlara çekilen demir tozları gibi. Demir tozları... Nefesi kuvvetli bir zat-ı muhteremin "hüf" demesi uçurmaya yetecek onları. Ve eğer daha kuvvetlice uçlara çekilirlerse belki de delip geçecekler yollarına çıkanları! Ve üstelik hiç de güzel bir desen çıkmayacak ortaya... O desen ki siyah değil, hep kırmızı.

25 Ekim 2009

KendiM için!



Ulen hep mi kağıtlara yazar insan be!
Bir defter tut kendine,
Bir izin ver.
İki satır melankoli de olsa...
Kendin için!
Tanıdık bir sokak arası olsa...
İlk gençliğinin canlı tanığı
Geniz yakan bir tad
Bir eksoz dumanının geride bıraktığı
Şikayet etmek!
Ah etmek,
Dert etmek kendine...
Ulen var ya, "böyle olmayacaktı!" demek.
Sağ ayağının altında kalmışsa zamanın
Ayağını çeksen bir türlü
Çekmesen...
Çekilecek dert değil!
Bir gitmesini öğrendi mi insan
Durmak bilmiyor!
Çarptığının aslında
Kendinden bir duvar olduğunu bilmiyor.
Freudyen ve bilmiş bir yaklaşımla
Şunu söyleyebilirim net ve özet olarak.
Nasıl öğrenmişsen oyunun kuralını
Öyle oynuyorsun işte
Mesela ben oldum olası
Başladığım gibi bitiririm manzumeleri.
Ulen hep mi kağıtlara yazar insan be!
Bir defter tut kendine,
Bir izin ver.
İki satır melankoli de olsa...
Kendin için!
İnsan kendine yazar mı
Yazdımsa bunu...
Kendim için!

22 Ekim 2009

İlginç İşler CAPTCHA

Bence incelemeye değer.

http://www.captcha.net/


Hani şu her yorum bıraktığınızda bir resimden çoğunlukla anlamsız bir metni okuyup, onu klavyeden girmek zorunda kalıyorsunuz ya. İşte o. Bu arada da eski kitapların elektronik ortama aktarılmasına da katkı sağlamış oluyorsunuz. Çok ilginç çook!

11 Ekim 2009

Sarı çiçek

Mayıs'ın 11'inde evimizin canlısı olmaya Özge & Bilge sayesinde hak
kazanan sarı çiçeğim, bütün yaz açtı ve açmaya da devam ediyor. Adını bilemiyorum petunya? sardunya? begonya? Bilen varsa beri gelsin.


Sarı çiçeğim şu anda hayatla herhangii bir yerde herhangi bir şekilde savaşmakta olan bütün herkese gelsin. En çok da Bilge ve Özge'ye... Esen kalın.

09 Ekim 2009

Hadise!

Özetler:

Dersler başladı. Önüme yığın yığın makaleler döküldü. Yeni bir defter tutmaya koyuldum. Derslerime girdim. Derslere girdiğimi ilan ettim. Bu yola adım attığımı kendime itiraf ettim. Perşembe günü İstanbul'a gittim. Bu sabah sabah işe erken gittim, akşam geç geldim. Hem mesaimi yaptım, hem dersime girdim. Makalelerimi okudum. Sevdiğim diziyi izledim. Hatta Emrah'a ördüğüm şapkayı örüp bitirip, bi kısmını söküp, yeniden örmeye koyuldum. Bir eğitim bitirdim. Birisine başladım. Bir makale yazmaya niyet ettim. Haftasonuna plan yaptım. Dolapta kalan patlıcanları pişiremediğime yandım. Geceleri İnce Memed'den 2 sayfa okudum, sonra uyuyakaldım.

Çok değil bundan altı ay önce ben adam olamıycaaaam, işe yaramazın tekiyim diye ağlanıp sızlanıp dururken şimdi işlerin başımdan aşmasını, aklıma gelen fikirlerin taşmasını, hatta pelerinimin böööyle rüzgarda salınmasını görür gibiyim. (Ha gün gelir pelerinim gökdelene takılır onu da biliyorum. Ancak bu kaygı ile hareket etmemeye özen gösteriyorum.)

Bugün yaşadığımız her bir duyguyu, ortaya koyduğumuz her bir hareketi, kendimize biçtiğimiz rolü yetiştirlme tarzımıza bağlı olarak açıklayan aşaırı freudyen bir yaklaşımla şunu söyleyebilrim. Kökleri çocukluğa dayanan böyle bir hadiseyim.

04 Ekim 2009

Mevsim sonuna notlar...

Bir yaz biterken, ilk procrastination eserimi vereyim şu bloga :) Böylece doktora öğrencisi olmanın bir kuralını yerine getireyim... Bu bayat şakaları bir kenara bırakıp yazmayalı ne çok şeyi yazmaya karar verip yazmadığımı bir düşüneyim. Va bu karmaşık düşünme eylemi esnasında karmakarışık yazıvereyim.


Koca bir yaz geçti. Tatili görmedeeen yaz geldi geçti (namesi ile söylenecek) Yine de Bir Antakya bir Adana bir de İzmir gördüm ya o da yeter. Ha bir de İstanbul'u her ay bi-iki görüyorum. Nereyi görüyorsun derseniz. Yanıt veriyorum : Gişeler- otoyol- 2. köprü -mecidiyeköy- profilo plaza- 2. köprü- gişeler - otoyol- gişeler :) Bir de evlere şenlik otel var. Penceresinden İstanbul böyle görünüyor. Denizi görebilisen, o bonus sayılıyor.


Onun dışında default olarak tanımlı Torbalı bayram gezmemizi yaptık. İyi de yaptık. Torbalıda yer alan ve evlendiğimiz otele adını veren "Metropolis"i gördük. Müze kartımızın hakkını verip Efes'i gezdik. Şirince'de keyif yaptık. İyi de yaptık. İnsan geri dönüp bakınca gezip gördüklerini güzel hatırlıyor. Ya da bana öyle oluyor :)


2009 yazı nasıl bir mevsimdi diye soracak olursanız. Pek çok soru soruyorsunuz canım sizde...