30 Mayıs 2006

Söz bitti sendromu

Çocukluk anılarınızdan geriye neler kaldı size? Siz de "fil hafızalı" tabir ettiklerimizden iseniz, benim gibi 3 yaşınızda yaşadığınız kimi olayları her türlü ayrıntısıyla anımsıyorsunuzdur. Ya da 19 senedir görmediğiniz hakkın rahmetine kavuşalı yıllar olmuş, annenannenizin gün arkadaşı bilmemkim teyzenin kızının yaptığı şeftali kurabiyelerin şekli hala gözünüzün önüne geliyor olabilir. Hafızamızın oyunları. Kimi zaman öğle yemeğinde ne yediğimizi anımsamıyoruz bile...

O yıllardan aklımda kalanlardan biri "söz bitti" sendromu. Nereden çıktı bilmiyorum da, söz bitmişti. Yıl kaçtı? Ben kaç yaşındaydım bilmiyorum. Tüm hatırladığım söz bitmişti. Derin bir sessizlik kaplamıştı ortalığı. Kimseler tek söz söylemiyordu. Büyüklerden birinin söz bitti dediğini anımsıyorum. Gün gelir söz biter. Olacak iş mi oysa ki? Bunca curcunanın bunca harala gürelenin orta yerinde, imakansızdan da imkansız görünüyor bugün bana. Kaynağını bilmediğim, gerçekliği sorgulanası bu "söz bitti" yavılsamasını özlüyorum kimi zaman. Herkesler bi sussa da kafamızı dinlesek diye düşünüyorum.

Nereden mi geldi bu çocukluk sanrısı aklıma? Tam da "yazacak bir şeyim kalmadı şu bloga, içim mi boşaldı ne?" diyordum kendime. Söz bitti mi yoksa diye düşünüyordum. Tam da söz bitti derken ard arda diziliverdi sözcükler işte. Hepsi bu!

25 Mayıs 2006

CSO film izledi! Biz de onları izledik!





Ciddi ciddi durum budur arkadaşlar! CSO (Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası) film izledi biz de onları izledik. Olay şöyle cereyan etti. CSO'nun 2005-2006 sezonu kapanış konseri film müzikleri temalı imiş koşalım gidelim izleyelim diye ahali ayağa kaldırıldı. Tabi ki tarafımdan! Müzikçi Özge'miz bir parmak şıklatması kadar kısa sürede davetiyeleri ayarladı sağolsun.

Hook, E.T, Jurassic Park filmlerinden parçaların gösterildiği sinevizyon gösterimi eşliğinde bu filmlerin müziklerini canlı canlı dinledik. Ay ne güzel konsermiş diyordik ki; 2. yarıda sinevizon olayına bir türlü düzgün çalışmayan DVD player taş koydu. Star wars ve Alaattin'in film müziklerinde senkronizasyon uçtu gitti. Asıl komik olan sinevizyonda görüntüler oynarken bazı yerlede CSO'nun çalmayıp film izlemesi, bizim de onları izlememizdi.

Bütün aksilliklere rağmen klasik müziği sevdirmeye yönelik çok hoş bir kurguydu. Duyduğumuz anda mırıldanıverdiğimiz o ezgilerin, star wars mesela!, aslında koskocaman birer senfonik eser olduğunu kafalara dank ettirdi. Bir de şefin ses tonu pek etkileyiciydi söylemeden edemeyeceğim!

Konserde çalınan eserlerin bestecileri için bakınız john Williams & Alan Menken
Sanki izlediğimiz bütün filmlerin müziklerini bu john Amca yapmış!

22 Mayıs 2006

Tatil.zip


"19 Mayıs gençlik ve spor bayramı kutlu olsun!" Gerçekten kutlu oldu. Hatta pek de mutlu oldu. İzmirlere gidildi. Ziplenmiş rarlanmış minicik bir tatil yapıldı. Biraz köfte misali kızardık güneşin altında ya olsun. Değdi vallahi. Bugün bir final teslim ettim. Yarın sabah son finalimi de teslim edip bu dönemi kapatıyorum. Dönemi bitirmenin rahatlaması bir yana. Deniz kıyılarında gezindim, leyleği havada gördüm, haş haş tarlalarının mor çiçeklerini izledim, güzel yemekler yedim, güzel anlar yaşadım. Yaşasın 19 Mayıs gençlik ve spor bayramı. Yaşasın ücretsiz tatil olanağı sunan iş yerim. Yaşasın sevgilim!

11 Mayıs 2006

Mutluluktan gözleri dolmak

Bu özel günlerin anlamı üzerine gel-gitler yaşadığım oluyor arada bir. "Allah'ın günü işte!" dediğim oluyor. Ancak, o günlerde hatırlanmak var. Ve o günleri yaşamak güzel böyle olunca.
Eve geldiğimde masamın üzerinde iki saksı minyatür karanfil buldum. Az daha ağlayacaktım! Nergisiciğim nasıl da güzel bir sürpriz yapıp, evime bırakmış karanfilleri. Özenle paketlenmiş saksılarda, 2 saksı karanfil. İki tane olması bir ayrı anlam taşımakta benim için :)
"Ulan adam iki saksı karanfil görüp ağlar mı?" demeyin! Böyle güzel düşünülüp, hazırlanmışsa ağlar, yutkunur, duygulanır.
(Aslında görüntülü olacaktı karanfiller, lakin kardeşim dijital makineyi alıp; geziye gitmiş.)
Yorucu bir iş günü yaşadım aslına bakılırsa. Burda hepsini anlatmayacağım güzel bir akaşam, tüm yorgunluğumu sildi attı. Velhasıl kelam, keyifliyim. Bu gece, artık "twenty five" olmuş bi hatun olarak güzel bir uyku uyumaya hevesliyim.

10 Mayıs 2006

Başlıksız

Mecburiyetleri çıkarınca pişmanlıklardan pek bir şey kalmıyor geriye. Öyle tıkır tıkır işlerken hayat; tıkır tıkır yazmayı da öğreniyorsun. Yazmayı... Çizmeyi... Sil baştan etmeyi… “Sallan da sümüğüne bak!” derken, geçip giden o yavru ve insan olma hali dil çıkarıyor sana bir de bakmışsın. Bir de bakmışsın; bir “matruşka”dan bile farksızsın!

Üçüncü boyutta sallanan bir asansör rüyasının bıraktığı ter damlalarıyla sırılsıklam uyanıyorsun bir sabah. Sakladıkların kutularda durmakta… Anlatıp durdukların dolaplardan taşmakta… Belki de umursanmayacağını bildiğinden anlat dur. Dur! Nedir bu? Bir hırs bir heves, akla. Ne varsa duy, ne varsa gör, duy, anla! Beş para etmese de, sen belleğinde sakla. Kıyıda dur! Denize taşı at! Kendini atma! Dönüp arkana korkuyla, bir tek kez bakma!

Arkadaşlar! Kim bastıysa şu ileri doğru hızlı sarma tuşuna, çeksin elini! Normal seyrimizde gidelim. Bu hız tutuyor beni . Tutuyor. Duramıyorum!

07 Mayıs 2006

Ebru


Ebru sanatına olan bu ilgim nerden geliyor bilmiyorum! Karanfile olan bağlılığımla bir yerde çakışıyorlar zannımca. Üniversite kaçtaydık yahu? Nergis, Burcu, İsmihan ve Ben güzel sanatlar topluluğuna yollanıp ebru yapmaya uğraşıyorduk. Bir teknemiz vardı küçücük tefecik, plastiktendi. Baklava tepsisinden yapılma, daha büyükçe bir tekneye terfi bile edemeden yerimizden olduk sonra. Boyalar desen nerde orjinal toprak boyalar nerde biz? Paramız yettiğince aldığımız hazır, ithal! boyalarla uğraştık durduk. Yine de o teknenin başında, sudan kağıda yansıyacak izleri beklerken kalbimiz attı. Sanırım benim kalbim hala bu sanatla uğraşmak için atıyor.

Az önce TRT 2 de "Düşlerle Gelen" adlı programda Yılmaz Eneş, nam-ı diğer Gül Baba, adlı ebru ustasını izledim. Bir kez daha vuruldum o eserlere. Nasıl bir ustalık, nasıl bir emektir ki o şekli verir o suyun üzerinde? Hatasız... Bayıldım. Ustanın bir de güzel web sitesi var. Tıklayın siz de bayılın!
Ne yazık ki ustalar hep istanbul'dalar. Paşabahçe'ye gitmek ve orada cam atölyesine katılmak için yanıp tutşuyordum. Şimdi bir de üzerine Yılmaz Eneş Usta'nın ebru atölyeleri eklendi. Ne yapsam? Ne etsem?

04 Mayıs 2006

Çilek reçeli


Bahar geldi diye çığırtkanlığa soyunduk ya kaç zamandır nafile! Baharın gelişini bir kavanoz çilek reçelinden daha iyi kimsecikler anlatamaz. Televizyonda reklamlarında durmaksızın boy gösteren "çabuk ve pratik" olmakla biz çalışan kadınların satış profilini oluştuduğumuz, "otomatik reçel yaptırıcılar"a inat; anacığımın elleriyle yapmış olduğu çilek reçeli hemen gözünüzün önündedir. Mevcut teknoloji sadece görüntüyü ve renkleri sizlere aktarmama izin vermektedir. Kokuyu alabilmek için gözlerinizi kapatıp, çocukluğunuzdan derin bir nefes çekmeniz; tadı alabilmeniz için ise bir kaç kere yutkunmanız gerekmektedir. Çile-k reçeli, çile bilerek ayrı yazılmıştır, kavanozunda fırını hemen üzerinde durup duruyor. Gelin görün ki; bir kavanoz reçel bende maharete, lezzete, ekmeğe, emeğe, enneannemin evine, yayladaki bahçelere, gıpta etmelere, hüzne ve kimbilir daha nelere uzanıyor!

01 Mayıs 2006

Ergin İNAN


ODTÜ'de yaşanan güzelliklerden biri Odtü Sanat Festivali. Bu yıl 4-28 Nisan arasında 8. si gerçekleşti. Lisanstayken festival kapsamında cam sanatçıları atölye çalışmasını kaçırmıştım ama Hayati Misman ile gravür çalışma fırsatını yakaladım. 4. yıldır, aksatmadan takip etmeye çalışıyorum festivali. Bu yıl bir öğle yemeği zamanından çalıp da gezdim üstelik. Ve gezerken bir resmin öününde çakılı kaldım. Resmin adını hatırlamıyorum. Ressam Ergin İNAN'a ait bir yapıttı. Festival kataloğu elimde olsa; şuracığa yerleştirecektim vurulduğum o resmi. Eve gelince neti altüst edip Ergin İNAN ile ilgili sayfalara baktım. Bambaşka resimlerini de görme fırsatı yakaladım. Buracıktaki "ayak" ta işte onlardan biri.
Not:Resmi Lebriz'den aldı.