23 Eylül 2008

Tatil Bölüm 2- GÖCEK

Biliyordum Biliyordum! İşlerin üzerime azgın, vahşi bir hayvan gibi yığılacağını dağılıp giden kaygılarımın arılar gibi tepeme üşüşeceğini biliyordum. Bu yüzdendi, daha tatil bitmeden yaşadıklarımı yazıya dökme telaşım. Gelince değil yazmak, söylemek bile zorlaştı, imkansız hale geldi yavaşça. Gidemeyenlerin kıskanan sözlerle yaklaşması, gidenlerin “biz de gittik ne var?” edası taşıyan bakışlar fırlatması yetiyor da artıyor insanı susturmaya. Fazlaca “insan” olmaktan kaynaklı bir dert ile anlatıyorum oysa bunları. Paylaşmak için. Ha bir de “artık serinledi” dedirten sonbahara inat yazıyorum!

Bu yıl Kaş’ta geçirdiğimiz ve daha ziyade benim dalış eğitimlerime dolup taşan tatilin ilk kısmının ardından kalktık Göcek’e gittik. Göcek'in görülmeye değer bir yer olduğunu, Gani Müjde’nin tekne üzerinde konuklarıyla sohbet ettiği programlarından biliyordum. Ömrünün 2-3 yıllık bir kısımını iş nedeniyle Göcek’te yaşamış olan, eşimin arakdaşı Halim’in “Müthiştir abi!Mutlaka gezin görün!Ben size yer ayarlarım!”dmesiyle Göcek Levantin Apart’ta ve Sabit Abi’nin apartında yerimizi ayırttık. (Sabit Abi de ve bu tatil boyunca tanıdığımız pek çok başka insan gibi ayrı bir blog konusu, hatta başka bir öyküye kahraman bile olabilir.)

Kaş’tan sahil yolundan tıngır mıngır gittik.Solumuzda deniz, sağımızda dağlar... Kaputaş’ta denize girmekten vazgeçtik. Merdivenler gözümüzü korkuttu da diyebiliriz. Sahil yolu Dalyan’a kadar devam ediyor ve yol sonra içerilere, dağlara doğru çekiliyor. Çam ormanlarının arasından kşimayı açmadan ormanın kokusunu dinleyerek önce Fethiye’ye oradan da Göcek e vardık. Göcek’e gidince gördük ki, tek hayranı Gani Müjde değilmiş. Hayran olunası bir yermiş. Cumhurbaşkanları, başbakanlar orada tatil yapıyorlarmış. Medya patronlarının, ülkenin sayılı zenginlerinin kendilerine ait koyları, küçük cennetleri Göcek’te yer alıyormuş. Ve hatta Uzan’ların olup da, zamanında TMSF’nin el koyduğu adacık da oracıktaymış. Ülker’lerin marinası oracıkta kurulmaktaymış. Venediğe benzeyen tasarımı ile Port Göcek oracıkta halen yapılmaktaymış. Swissotel kendine ait plaja sahip tek otel olarak dimdik ayakta durmaktaymış. Ve göz alabildiğine tekneler her yanda salınmaktaymış. Tek katlısı, çok katlısı, tahtası, fiberi, katamaranıyla Göcek bir başkaymış. Hatta Savarona bile orada demirli durmaktaymış . (Atatürk’ün yatı adıyla bilinen Savarona, yat olarak adlandırılması nedeniyle bana daha küçük bir deniz aracı gibi geliyordu.Değilmiş! resmen gemiymiş o gemi!) Sonuç olarak göcekteki bu “marine” zenginliği görüp hasta olanlara bir de özel hastane kurmuşlar işte tabelası!

Göcek’in içinde denize girilemediğinden, her gün başka bir yerde denize girme sevdasıyla yanıp tutuştuk. Önceden planladığım ve blogumda yayınladığım plana uygun olarak koylara, yakın yerlere gittik. İnlice’de ve Katrancı’da denize girdik. İnlice sakindi, bir kaç yurdum insanı perişan usülü karavan tatili yapmaktaydı. Gelin görün ki Katrancı koyundaki çadırlar neredeyse üst üste konmuştu. Ve o gecekondu kalabalığı içinde, ayakkabı, karpuz bıyıklı amca, çocuk bezi, buz dolabı, yatak, kum, mayo, bulaşık her şey üst üste durmaktaydı, ve bir doğal güzellik oracıkta heba olmaktaydı. Katrancı Koyu’nun Özal zamanında birilerine satıldığı/verildiği, daha sonra geri alındığı, sonra işletmeye açıldığı ve bu günkü konumunda ondan sonra geldiği anlatıldı bize.

Göcek günlerimizden bir diğerinde Ölüdeniz’e düştü yolumuz. Fakat ölüdeniz ölüdeniz değil, canlı, capcanlı, kaynamakta. Fiziki haritadan açıkça seçilebilen o doğal havuz, havuz olmaktan çıkmış, çocuklar için ayırtılmış bir doğal çiş havuzuna dönüşmüş. İnsan üstüne insan yatmakta. Kalabalık milli parkın sınırlarını zorlamakta. Aç parantez belirtmekte fayda var, milli park burada şu anlama geliyor; girişe para verirsiniz, arabalı iseniz ayrı, yaya iseniz ayrı para verirsiniz. Karşılığında sıklıkla yan yana dizilmiş ve para ile kiralalana şezlonglar ve de bir firmaya kiralanmış büfelerden "fast food" satın alabilme, tuvalet ve duş sırası bekleme gibi hizmeteri ücretsiz alabilirsiniz.

Neyse , milli parklarımızın sorunlarını bir kenara bırakalım. Sonbahar günü tatil günlerini özlemle yad ederekten yazmaya devam edelim. Ölüdeniz’in nispeten sakince bir yerinden denize girdik ve tuzlu mu tuzlu suyun tadına baktık. Yamaç paraşütünün anayurduna gelmiştik ya, güneş gözlüklerimizin ardından gökyüzünde otuzdan fazla yamaç paraşütü saydık. Hâlâ denemek istiyorum!

Göcek turumuzun bir diğer ayağı da Kayaköy’dü. Belkide onlarca gezi programının hepsini “buraya da gidilmeli!” arka sesi ile izleyen ben, Kayaköy’den bu kadar etkileneceğimi düşünmüyordum açıkcası. Ancak mübadele sonrası boşaltılan bu köyün, şimdi incir ağaçlarına sahiplik yapan yıkık dökük evleri oldukça etkiledi beni. Ocaklara gerçek anlamda incir ağacı dikilmişti Kayaköy’de. Eğer boşaltılmasaydı, konumuyla, yapılanmasıyla, mimarisiyle “Şirince” benzeri müthiş bir yer olurdu diye düşündük Emrah’la. Mübadele... Apayrı bir araştırma, yazın konusu. Etkilendik. Kayaköy'de, kayaların arasından fırlayan otlar ayaklarımız altında çıtırdadıkça burnumuza gelen o koku... Şimdi bile duyar gibiyim!

Göcekte bir gün de tekneyle açıldık. Bu gezi sonucunda, ne yazık ki, Göcek’teki günübirlik tekne turlarının, parayı bulan ve belki sırf bu yüzden deniz insanın sahip olduğu o naif, doygun, anlayışlı, tokgözlü halden uzaklaşan kişiler elinde rezil olduğuna şahit olduk. Göcekteki tekne turlarının daha ziyade bir cins tekne “eziyeti” oldğuna kanaat getirdik. Koyların kendinden menkul güzellikleri olmasa, ne o kalabalık çekilr, ne o lezzetsiz balık. Bu tekneler sadece gümbür gümbür müzikler çalarak ortamı rezil etmekle kalmıyorlar, deniz altında buluna tarihi eserlere tekneleri bağlayarak, demir atmamaları gereken yerlere demir atarak, koylara da zarar veriyorlar. Bedri Rahmi Koyu’nda Bedri Rahmi’nin taşa nakşettiği balığı görmeye işte bu eziyetli teknelerden biri ile gittik. Taşa çizili balık bizi gördü biz hem balığı gördük hem de başında balık kadar aklı olmayanları.

Göcekte acep yarın denize girmeye nereye gitsek diye aranıp duruken, google maps’de “sarıgerme” yazısını gördüm. “İşte buldum!” dedim “Burası yakınmış.” Tatil planlarını bana bırakmaya dünden razıolan kocamı, ekşi sözlükten bir kaç sarıgerme entrysi okuyarak, ertesi gün oraya gitmeye razı ettim. Önce Göcek geçidini sonra da sağlı sollu narenciye bahçelerini arkamızda bırakarak vardık Sarıgerme’ye. İki koca otelin tellerle çevrili arazileri arasında sıkışmış dar bir yoldan varılıyor Sarıgermede’ki Milli Parka. Araçla giriş yok. Bikaç kilomete önceden aracınızı parkedip, traktörden bozma bir çekçekle yayan olarak varabiliyosunuz parka. Keyifli oluyor. Haşlanmış mısırı da pek bir lezizi oluyor. Ve orada gerçekten ömrnüzde görüp görebileceğinzi en temiz, en derli toplu en düzenli halk plajı ile karşılaşıyorsunuz. Üstelik Türkiye’nin ortopedik engelliler için uygun tek plajı Sarıgerme’de. Vay be isteyince oluyormuş deyip, hemen yan şenzlongda yatan otel müşterisi “topless” ablalarla aynı plajı paylaşıyorsunuz. Yine de o yandaki şezlonga yatmak yasak. Neyse hava bedava su bedava diye anıp şairi, Sarıgerme’nin rüzgarlı havasında güneşlenmenin tadına varıyorsunuz.
Tatilin göcek kısmı burda bitti. Devamı. Mesudiye neresi?

16 Eylül 2008

Hünkar Münkar Bilmem Ben

Bu hafta sonu bir yemek denemesi daha yaptım. "Hünkar beğendi" pişirdim. Nerden aklıma geldi? Bilmiyorum. Cuma günü iş çıkışı aklımdan geçti. Ben de cumartesi alışverişi sırasında şöyle yapıcam böyle yapıcam diyerek balandıra ballandıra anlattım kocama. Sonuç pazar akşamı soframızda duruyordu ve tam da şu aşağıdaki resme benziyordu.


Tarife gelince; hayatımın bir döneminde izlediğim yemek tarifi programları kendiliğinden hafızamda yerini buluyor sanırım. Herhangi bir tarife bağlı kalmaksızın, kafama estiğince pişirdim.

Tarifi şöyle:

İki adet orta boy patlıcanı közleyin (aluminyum folyoya sarmayın , folyo da yanıyor :) )
kölediğiniz patlıcanların bir kaşık un, bi kaşık margarin ve bir bardak süt ile yaptığınız beşamel sos ile iyice karışltırın. Hünkar kısmı bittiiiii.

Diğer kısım içinse yağsız dana kuşbaşı eti, bir çimdik kimyon, çok az kekik ve 2-3 yaprak defene yaprağı ve karabiberle şöyle bir karıştırın. Azıcık zeytinyağı ve tuz ilavesiyle kendi suyunda kavrulmak üzere tefal clipso düdüklü tencerenize 10 dakika kadar emnet edin.

Hünkarın üstüne beğendiyi koyun. Üstüne maydonuzu kıyın. Afiyet olsun...

Not: Hünkar münkar bilmem ama kocamın yemeği beğendiğini biliyorum. Gerisi de boş zati!