Geride bıraktığımız hafta yolum iş ve işçi bulma kurumuna düştü. İş ya da işçi aradığımdan değil. Ayrıldığım şirketin personeline ödemediği maaşların bir kısmını "devlet" ödeyecek. Benim de içeride kalan zavallı minicik, kuş kadarcık maaşımı alabilmem için bir dizi işlem adımının ardından, son adım olarak, belgeleri iş ve işçi bulma kurumuna teslim etmem gerekti. Mevcut işten ıkınıp sıkılarak izin aldım. Düştüm İşkur'un yollarına...
Huyumdur, insanların ellerine ve ayaklarına bakarım. Ellerin ve ayakların insanlar hakkında çok ipucu verdiklerine inanırım. Hiç de yanıltmazlar üstelik. O gün benimle birlikte iş ve işçi bulma kurumunun aheste atan numaratörününün başında bekleyen işçilerin de ellerine ve ayaklarına baktım. Belki yüzlerinden daha da çok.
Aynı şirketin maaşlarını alamayan otuzu aşkın işçisi olarak gelmişlerdi oraya, elleri apaçık çok çalıştıklarını söylüyordu. Öyle kalem tutan cinsinden değil. Nasırlı, yaralı, kir içinde çalışan ellerdi hepsi. Ayakkabılar, çamuru eksilmeyen yerlerde yaşadıklarını anlatıyordu. Belki bir başkasından gelme, bir numara büyük ayakkabılar diyordu ki: "Derdim karnımı doyurmak, gösteriş değil!"
İşkur'da sıram gelmek bilmedi. Beklerken akşamı ettim neredeyse. Kitabımı da almamışım yanıma. Nice fikir sökün etti zihnime:
Şirketi için devletten bu desteği alan adamın ayakkabıları kirli değil şimdi. Kirlense, eğilip siliverecek yanından ayırmadığı koruması. Birisi başına şemsiyesini açıverecek. Elbisesi toz olmayacak, ayağı yaş görmeyecek. Oğlu, tıpış tıpış gidecek gavur memeleketteki ünlü okuluna. Karısı, akşama ne pişirsem derdine düşmeyecek. Kim bilir belki yeni bir şirket kuracak; yine binler, milyonlar kazanacak; gelirini 3 kuruş gösterip; 1 kuruş vergi verecek; devletin vergi indirimlerinden yararlanacak; "şirketinin memlekete yaptığı katkıdan ötürü" övugüler alacak; ömrü yeterse...
İşçi dersen, olur da yeni bir işe girerse, daha maaşını almadan ödeyiverecek verginin en kallavisini. Ve sonra o vergilerden kırpılıp geride kalanlardan, şirkete kaptırdığı parasını alabilmek için uğraş verecek yeniden! Oğlu dersen öğretmeninden fırça yiyecek, eğitime katkı payını bu hafta da getirmediği için.
Belki de bütün bunlar bu koca el heykelinin önünde toplanıp, hep bir ağızdan sesimizi çıkarmayı bilmediğimiz içindir. Belki de 12 Eylül 1980'den sonra dünyaya geldiğimiz için!
13 Eylül 2009
07 Eylül 2009
Sessiz NOKTA
Benim de belli kabullenmişliklerim var. Bu gavurların “show must go on!” dediklerine benzer bir şey. Kabul edeceksin! Yutkunacaksın ki, böylece daha fazla boğazına batıp durmasın.
Ama bazen benim de kabullenemediğim oluyor. Bunları kadın olmaya bağlamamalıyım, “gelişmekte olan bir ülke”de yaşamamaya hiç bağlamamalıyım. Gelişmekte olan bir ülkede yaşayan bir kadın olmaya hiç mi hiç bağlamamalıyım. Sermaye sahibi doğanlardan olmadığıma bağlamamalıyım. Falan filan!
Bir noktada kurtuluş kabullenmekten geçer! Bir noktada insan kendisine saygı duyulduğunu bilmek ister! Nokta
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)