01 Şubat 2010

01-02-2010


Kallavi bir blog yazısı yazmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. O zaman bugün bir e-postadan, bir makaleden öte oturup sivil bir blog yazısı yazayım. Havadan sudan bahsederek başlayayım söze.

Önce kar yağdı. Kar yolları kapadı. Üzerine yağmur indi. Ve ardından güneş açtı bu sabah. Böyle havlarda hep dersi asmak ister canım. Dersi asmak... Dışarıda güneş varken benim derste ne işim var? Otururum ağacın gölgesine, alırım elime kitabımı, okurum. Yaşım gereği bir aşık olma çabası içindeyimdir. Bir satır okur bin satır hayal kurarım. Güneş çıkmış ya işte şubatmış, nisanmış derdim olmaz. Aylardan mayıssa eğer, erguvanlar açmışsa, ya da iğdeler insanı kendinden geçiren bir kokuyla bezemişse sokakları. Tutmayın beni o vakit  Tutmayın! Kaçarım!

İş yerindeki ajandama tarih atarken uyandım hayalimden. 01/02/2010. Tarihi atarken sıfır ve bir ve ikilerden oluşan bir sistemin içine düşmüş buldum kendimi. İşte masamdayım yine, masama sığamıyorum. Her allahın günü şu deftere tarih atarken "Aynı köşeye at şu tarihi!" diyorum Kendi sözümü kendim dinlemiyorum. Ben bir tarih atıyorum, tarih bir çentik atıyor. Ödeşiyoruz.

Dersi asmanın mümkün, işi asmanın na-mümkün olduğu, kaçlık olduğunu bilmediğim sisteme mensup olduğum bu gün; kendisi bir bahar gününden kaçıp gelmiştir. Anneciğimin ellili yaşlarının ilk yarısını devirdiği bu gün, telefonda burnunu çekmekteyken konuyu usataca değiştirdiği bu gün... Bahardan kaçıp gelmişse. Tuttum. Hiç kaçırır mıyım?

Hiç yorum yok: