17 Ocak 2008

Saat sabahın sekizi. Kargalar kahvaltısnı etmeden iş yerimdeyim yine. Gelecekte burası ile ilgili olarak en net hatırlayacağım şey bu olacak sanırım. Ancak iş yerinde olmak kimi zaman hayat kurtarıcı olabiliyor. İş yerinde olmak nasıl hayat kurtarıcı olur saçmalama deyip, sinirlenmeyin hemen. Konuyu buradan yaşadığım bir olaya bağlayıp, oradan da bu tezimi destekleyip, sinirlerinizi yatıştırcağım nasıl olsa.

Önceki gün biraz rahatsızlandığım için mesai bitimine bi kaç saat kala koşarak evime gittim. Kendimi kanepeye attım. Ev sıcak demedim, üzerime battaniyeyei çektim. Televizyonun karşısına yerleştim ki; böyle izlerken izlerken uyuyayım, dinleneyim. Fakat durum hiç de öyle olmadı. “Kadın programı” adı altında kategorize edilen programlar henüz bitmemişti. Kanallar arasında dolanırken, ne yapıyor bunlar acaba diye takıldım, biraz izledim, izledikçe sinirlendim. Sinirlendikçe uykum kaçtı. Uyku yalan oldu. İşte burdan konuyu giriş bölümündeki cümleye bağlıyorum. Allahtan işe gidiyoruz da bu hayat karartıcı programların şerrinden korunuyoruz. Özellikle ev hanımlarına sesleniyorum burdan; ya iş bulun ya da televizyonun fişini çekin. Zira bu ekran içinde yaratıklaşan insanlar, televiyonun sadece fişi takılı iken bile etkili olabiliyorlarmış.


Efendim bu programların geçmişi sanıyorum bir on yılı buldu. Belki azdır, belki fazladır bilemiyorum. Önce insanların kendi yaşadıklarını, anılarını anlatmalarıyla ve "halk!"tan yardım istemeleriyle başlayan programlar, sonra aile içi şiddetten, çarpık ilişklilere kadar herşeyin anlatıldığı, ağızlara sakız edildiği programlara dönüştü. Süreleri uzadı. Sunucuları çeşitlendi. Hatta insanları “mutlu bir izdivaç” ile taçlandırmak isteyen bu sunucular zaman zaman çöpçatan rolünde karşımıza çıkmaya başladı. Hatta öyle uç noktalara vardı ki iş; eşler stüdyo bastı, stüdyolar namus cinayetlerine sahne oldu. Ama anlaşılan o ki bu durumdan hiç mi hiç rahatsızlık duymayan, zevk alan ve bu işten para kazanmaya devam eden koca bir “camia” var. Olmasa, herhalde, bu programlar çoktan reyting canavarının kurabiye misali yediği programlar listesinde kendi yerlerini almış olurlardı. Programları sunan “kadınlar”, isimlerini burda bloguma yazmanın bir gereği olduğunu düşünmüyorum, sosyo eknomik olarak kendilerinden "apayrı" bir seviyede bulunan bayan konuklarına isimleriyle ve emir kipinde seslenerek: “sen hiç mi akıl edemedin bunu Ayşeee!” diye bağırma patavatsızlığında bulunamazlardı. Bir yargıç, hakim, hüküm verici edasıyla; tekrar ederek içlerini boşalttıkları "değer"leri ağızlarına sakız etmekten çoktan vazgeçmiş olurlardı. Konukların gagalandığı sahneler, "ismini vermek istemeyen izleyici" alt yazısı, “boyun altında galsın Sülümaaan!” diye bağıran teyze manzarları biterdi. Kocasıyla arasında problem olan kadınların ekrandan “Ben sana televiyona çıkıp, seni rezil idicem dedim di değmi yaaaa!” diye bağrındığı sahneler son bulurdu. Bulmamış. Demek ki var bubun da bir seveni.


Efendim, bu programların iğreçlik seviyelerine daha fazla değinmeden; konuyu şöyle bağlayıp noktayı koymak niyetindeyim. İşe gidin, komşuya gidin, güne gidin. Giderken televiyonun fişini çekin. İşi garantiye alın. Bunlara uymayın. Aklınızı koruyun.

2 yorum:

anl dedi ki...

şimdilik taze bir evhanımı olarak, "işe gidin, güne gidin, komşuya gidin" tavsiyesini, kitap okuyun,çocuğunuzla ilgilenin kendi başına oynayıp kendi başına agulanıp gugulanmasın, film seyredin, müzik dinleyin dinletin" diye değiştirmek isterim :)

Serendipity dedi ki...

O da olur. Hatta süper olur.