12 Ekim 2008

Ramazan 2008

Ankara’dan İstanbul’ a doğru yola koyulmuşum. .Seyahat esnasında internet bağlantısını da bulmuşum. Bundan iyi fırsat olmaz deyip bayram blogunu yazmaya koyulmuşum. Buyrun okuyun!

Daha tatil 3. Perde blogumu yazamadan bayram blogu yazmaya başladım. Çok mu geziyorum ne? Belki de bu yüzden bir türlü bitmek bilmiyor bu “tez” denilen canlı, yaşayan ve beni bayan organizma.

Yaşasın milli bayramlar, dini bayramlar, deliye her gün bayramlar demek istiyorum. Zira eğer iş veren denen manyağın eline kalsak, bizi zombiye döndürüp gece gündüz, molasız, ekmeksiz susuz çalıştırıp duracak. Çalış çalış nooluyo?.... Teknoloji ilerliyo, dünya kirleniyo, dünya ekonomisi çöküyo. Burdan konuyu buraya nasıl bağladın? Nerden nereye geldik diyene cevap veremiycem geldik işte.

Lafı çorba etmeden devam edelim. Bu yıl “şeker” bayramı şeker gibi geçti. Gerçekten dinlendiğimi hissettim. Kayınvalidem müthiş yemeklerinden yaptı. Bize gözü gibi baktı. Barbunya -eşimin en sevdiği ve bamya -benim en sevdiğim pişti. Afiyetle yendi.(Burada edilgen çatılı fiil yemeklerin kendiliğinden piştiği anlamına gelmiyor! Annem pişirdi tabi ki ve biz her sabah mis gib kokularla uyandık!)

Adet olduğu üzre büyüklere el öpmeye gidildi. Hayır dualar mutluluk dilekleri alındı. “Gelinimiz de pek güzelmiş!Maaşallah!”. Buraya kadar ki kısmı süper. E tabi yine adet olduğu üzere devamı geldi: “E artık siz de yapın bitane!” Oldu! Başka bir arzunuz? Ne yapalım? Pasta? Börek? Bizim insanımız böyle. Herkes herkesin hayatını kendine göre planlıyor. Üstelik bazı bazı biz de düşüyoruz aynı hatanın içine. Hadi yine neyse...

E tabi İzmir’e gitmeden önce bendeniz şuraya da gidelim, buraya da gidelim diye bıt bıtlanıp durmaktaydım. Yapım bu! Gezentiyim efendim. Ömrüm boyunca bünyede monte edili olduğuna inandığım görünmez kilometre saati çatır çatır işlesin; artsın, hatta bizim eski model peugeot da başımıza geldiği gibi 999999 den 000000’e atıp saymaya devam etsin istiyorum. Bunun müsebbibi belki biraz çocuklukta izlediğimiz Barış Manço programlarıdır. Belki annemle babamdır. Belki anneannemden bana geçen adı bilinmedik bir gendir. Bilemiyorum. Sonuç, gezmeyi tozmayı seviyorum. O gezenti ben oluyorum! Ve sevgili kocam da beni hiç kırmıyor, tutup elimden gezdiriyor saolsun!

Bu kez de öyle oldu. “İkea evimizin her şeyi!” dendi.İkeaya gidildi, kutular alındı.( Ankaraya taşındı ve eve döner dönmez kitaplıkta temizlik yapıldı tabii.)
Sonra efendim Alaçatı’ya kumru yemeye gidildi. Alaçatı gezildi. Outlet centerlar gezildi. Cici mi cici siyah bir ayakkabı aldım üstelik.Bir hatun daha ne istesin!

Sonra Selçuk’a ve Efes’e gidildi. Efes’teki müze kartı olmayan öğrenci-değil herkese 20 TYL giriş uygulaması kınandı ve müze kart alıp daha sonra gezilmek üzere, “daş” görme etkinliği ertelendi.
Torbalı’da Emrah’ın çocukluğuna gidildi. İlkokulun girişinde döşeli taşlarda geçmişe dönüldü, okula bisikletle giden mutlu çocukluklar özlemle anıldı.Bilen bilir, ben nedendir bilmem, ağaçları görünce tanımayı pek seviyorum. Örneğin, İzmir Fen Lisesi’nin bahçesndeki karabiber ağaçlarını görünce tanımak, kokusunu içime çekmek, salkımlarına dokunmaktan haz aldım. Aslı Abla’nın İzmir Fen’deki günleri hatırlamaktan aldığı haz kadar olmasa da...
Bu yıl zeytin yılı idi dolayısıyla Torbalıda zeytinler dallardan taşarcasına sarkıyorlardı. Babamla bahçedeki iki zeytin ağacının meyvelerini topladık. Hatta bir kısmını oturup çizikli zeytin olmak üzere çizdik. Pek keyif aldım. Değmeyin keyfimeee... PTT’nin bahçeindeki mantar ağacını görmeye gidecektik, unuttuk. Bir dahakine !

Özetle bu aralar bayramlar İzmir’de geçiyor. Tatlı tatlı geçiyor. Hep tatlılıkla geçmesi temennisiyle Kurban bayramını iple çekerekten ilerliyorum. Zira kurbana kadar tezimi sırtımda taşımaktan kurtulmuş olacağım!

1 yorum:

anl dedi ki...

bayramda aynı yerlerde olup aynı yerleri gezmiş olmak ve birbirimizi aramamış olmak ne büyük bir salaklıktır yarabbbiiii.aklıma da geldi biliyo musun, ama yok didim gelmemişlerdir.peh