Dün akşam Erkin Koray konserindeydik.
Dip sahneyi sevdim.
Biranın 10 lira olmasını değil.
Erkin Baba'nın ilerlemiş yaşı ile sahnede durmasını sevdim. canlı dinlemek güzel.
"Neyse biz bunu boş verelim!" demesi değil.
Güzel bir akşamdı.
Daha da güzel olur muydu? Elbette!
Kalite kötü ama atmosfer hakkında fikir verebilir. Buyurun izleyin!
27 Şubat 2010
08 Şubat 2010
Kızılcahamam Dönüşü
Bu yazı Umut’un Paris dönüşü yazısına ithafen değil, ders çalışmaktan ve bilgisayar başında mesai yapmaktan omzu kolu, bileği sırtı, beli bıkını tutulan bütün herkese ithafen yazılmıştır.
“Ellimizde-altmışımızda gideceğimiz yerler!” diye düşünmeyin. (Ümit kulakların çınlasın!) Benim ve sevgilimin çeşitli nedenlerle gerilen ve tatiiiil tatiiiiil diye bağıran bünyelerimize bu değişiklik iyi geldi.
(Bu kısım Gezelim Görelim ses tonu ile okunacak! Bir de şekilsiz kareli gömlek giymişim farz edin. Tam Nuray Ablam gibi olmuşum.) Kışın günü, kısa ve sıcak tatil en güzel nerede yapılır sorusuna yanıt: termal turizm. Bu açıdan, Afyon, Kütahya ve Kızılcahamam seçenekleri arasından, hem orman içinde bulunması, hem de evimize 90 km mesafede (Ölçtük herhalde!) bulunması nedeniyle Kızılcahamam Patalya Otel öne çıktı. Biz de yola çıktık.
Canım sevgilim (ki kendisi ilerleyen yıllarda tam anlamıyla bir gezelim görelimin yapımcısı olacağını bilmiyor.) her zaman olduğu gibi yine bana GPS muamelesi yaptı. Ben de GPS’lere taş çıkartacak şekilde her zamanki gibi tarif ettim yolu. Anadolu bulvarından İstanbul yoluna bağlan, go go go go. Kızılcahamam okunu görünce dön. Otel Soğuksu Milli Parkı’nın içinde.
İçinde içinde. (Buraya da bir Cem Yılmaz "mutluluk içimizde" göndermesi yapayım!) Vallahi içinde. Parkın içinde en güzel yerinde. Şaka gibi ama milli parın içinde zabellaaaah gibi otel var. Şaşırdım mı? Yooo! Bu ülkede yaşarken insan 28 yaşına gelinceye dek hem milliyi, hem parkı, hem inşaatı, hem izni, hem de bunların arasındaki ilişkileri doğal karşılamayı öğreniyor.
Neyse efem konumuz bu değil. Beni otele çeken en büyük sebep kar yağarken ya da dışarıda hava eksi bilmemkaç dereceyken içinde cup cup yüzebileceğiniz bir sıcak su havuzun olması idi. Bkz. Alttaki fotograf. Hakikaten Cumartesi günü açan kış güneşi altında sıcak sularda cup cup yüzmek bünyeye ilaç gibi geldi. Zaten tatil bir sudur! İç iç kudur!
Otele varır varmaz çantaları odaya attığımız gibi oteli keşfe çıktık. Ayağımıza galoşlarımızı giydik sorduk: “Soyunma odaları nerede?” Yanıt: “Soyunma odası yok! Odanızdan telik ve bornozunuzla iniyorsunuz!” Hönk! Ferhan Şensoy’un “Oteller Kitabını”nın kulaklarını odamızdaki 2 adet single yatağı gördüğümüzde çınlatan sevgilimle ben bu hareketle ikinci dalga çınlamayı atmosfere saldık. Üçüncü dalga çınlama ise odamızdaki temiz ama yarı nemli bornozları gördüğümüzde salındı. Dördüncü dalgayı bizzat ben “bir gün içinde tek boznoz verebiliyoruz efendim!” cümlesini salıveren resepsiyoniste şaplattım.
Gerilmeyeceğim efendim. Hayalini kurdum ben bu kafa dinleme olayının. Gerilmeyeceğim. Ben gerilirsem kocam bam teli olacak. Ondan sonra kahkaha aterken etrafı çınlatan sesi, bir gürleme olaraktan otelin duvarlarında yankılanacak. Olacak iş değil. Sakin olalım. Mayomuzun üzerine bişeyeler geçirelim. Nemli bornoz ıslak bünyeyi bozmaz. Gel gidelim cup cup yapalım.
İşte bu aşamadan sonra boyut değiştirdik. Sanki bir penguenler cumhuriyetine gelmiştik. Evet evet penguenler cumhuriyeti! Açık havuz, kapalı havuz, fin hamamı, sauna, türk hamamı, 40 derecelik kür havuzu; yok efendim güzellik salonu, özel jakuzi, sularında çiçeklerin yüzdüğü uzak doğu müziklerinin çalındığı jakuzili salonlar gibi envai çeşit “su” aktivitesinin bulunduğu yerlerden oluşan otel, penguenlerce istila edilmiş sanki. Herkesin sırtında bir bornoz, kafasında bir bone, ayağında bir telik. Kaymadan yürümek için küçük adımlar atarak yürüyen bir sürü insan… Sürekli bir parmak arası terlik efekti, şipidik, şipidik, şipidik, şipidik… İnsan öyle de kolay adapte oluyor ki cumhuriyete; havuza bakmaya inen ayağı galoşlu normal giyimliler, dakkasında uzaylı muamelesini hak ediyor. “Ay bunlar da kim ayol?”
Asansördesin bornozlusun! Hiç tanımadığın insanların yanında kulak memelerinden sular damlatarak, terlik şapırdatarak geziyorsun. Sonra akşam yemeği vakti gelince bu penguen milleti ne kadar taşlı pullu varsa giyinip, ne kadar parfüm varsa sıkınıp geliyor. “Hani, hani kulak memenden su damlıyodu?” diye soramıyorsun, kulağından pırlantası damlayan asortiklere. Bu durum topluca soyunmalıyız tektip bornoz ile yaşamalıyız diye düşüdürttü bana. Burası muz cumhuriyeti mi? Hayır efendim penguen cumhuriyeti! Şipidik!
Bütün bu sulu fasiliteler bitip odaya çıkınca şöyle bir içim ürperdi gibi oldu.“Açayım şu iki singıldan dabıla dönme odanın klimasını!” dedim. Yanıldım! Yok! Ne bir on/off, ne bir radyatör, ne bir petek ne bir havalandırma, ne de bir klima! Resepsiyonu aradım tam gaz. "Odalarımız alttan ısıtmalı efendim, ama yine de ben bir baktırayım." Nası yani? Bizim odanın altını mı açacaksınız ocak misali? Kocaman 4’lü bir setüstü var da sanki, bir gözünü açacak hasbam! Çare kapının çalması ile alttan değil, kapıdan geldi. Üç gözlü devasa elektrik ocağı odada yerini aldı. Odanın sıcaklığı fena değildi zaten, sıcak sudan çıkan bünye zamanla adapte oldu. Elektrik ocağı, ıslanan ve bir yenisini alamayacağımız konusunda altı çizilerek bilgilendirildiğimiz bornozları kurutma işinde çalıştı.
"Biz nasıl bir memleketin evladıyız yahu? Topluca yıkanmak nasıl bir gelenektir?" diye düşünerekten geçirdiğim bu tatil bana iyi geldi. (Bir de masaj kısmı var ki, onu anlatmayacağım. Zira anlatılmaz, yaşanır!)
Otel ile ilgili öneri ve değerlendirmelerimi alt alta not düşerek, Ankara’nın “elit” kesiminin oluşturduğu diğer otel sakinlerine selam ederek, yazıma son vermek istiyorum.
Kendinden habersiz muhaberimiz Kızılcahamam Patalya Otel'den bildiriyor.
“Ellimizde-altmışımızda gideceğimiz yerler!” diye düşünmeyin. (Ümit kulakların çınlasın!) Benim ve sevgilimin çeşitli nedenlerle gerilen ve tatiiiil tatiiiiil diye bağıran bünyelerimize bu değişiklik iyi geldi.
(Bu kısım Gezelim Görelim ses tonu ile okunacak! Bir de şekilsiz kareli gömlek giymişim farz edin. Tam Nuray Ablam gibi olmuşum.) Kışın günü, kısa ve sıcak tatil en güzel nerede yapılır sorusuna yanıt: termal turizm. Bu açıdan, Afyon, Kütahya ve Kızılcahamam seçenekleri arasından, hem orman içinde bulunması, hem de evimize 90 km mesafede (Ölçtük herhalde!) bulunması nedeniyle Kızılcahamam Patalya Otel öne çıktı. Biz de yola çıktık.
Canım sevgilim (ki kendisi ilerleyen yıllarda tam anlamıyla bir gezelim görelimin yapımcısı olacağını bilmiyor.) her zaman olduğu gibi yine bana GPS muamelesi yaptı. Ben de GPS’lere taş çıkartacak şekilde her zamanki gibi tarif ettim yolu. Anadolu bulvarından İstanbul yoluna bağlan, go go go go. Kızılcahamam okunu görünce dön. Otel Soğuksu Milli Parkı’nın içinde.
İçinde içinde. (Buraya da bir Cem Yılmaz "mutluluk içimizde" göndermesi yapayım!) Vallahi içinde. Parkın içinde en güzel yerinde. Şaka gibi ama milli parın içinde zabellaaaah gibi otel var. Şaşırdım mı? Yooo! Bu ülkede yaşarken insan 28 yaşına gelinceye dek hem milliyi, hem parkı, hem inşaatı, hem izni, hem de bunların arasındaki ilişkileri doğal karşılamayı öğreniyor.
Neyse efem konumuz bu değil. Beni otele çeken en büyük sebep kar yağarken ya da dışarıda hava eksi bilmemkaç dereceyken içinde cup cup yüzebileceğiniz bir sıcak su havuzun olması idi. Bkz. Alttaki fotograf. Hakikaten Cumartesi günü açan kış güneşi altında sıcak sularda cup cup yüzmek bünyeye ilaç gibi geldi. Zaten tatil bir sudur! İç iç kudur!
Otele varır varmaz çantaları odaya attığımız gibi oteli keşfe çıktık. Ayağımıza galoşlarımızı giydik sorduk: “Soyunma odaları nerede?” Yanıt: “Soyunma odası yok! Odanızdan telik ve bornozunuzla iniyorsunuz!” Hönk! Ferhan Şensoy’un “Oteller Kitabını”nın kulaklarını odamızdaki 2 adet single yatağı gördüğümüzde çınlatan sevgilimle ben bu hareketle ikinci dalga çınlamayı atmosfere saldık. Üçüncü dalga çınlama ise odamızdaki temiz ama yarı nemli bornozları gördüğümüzde salındı. Dördüncü dalgayı bizzat ben “bir gün içinde tek boznoz verebiliyoruz efendim!” cümlesini salıveren resepsiyoniste şaplattım.
Gerilmeyeceğim efendim. Hayalini kurdum ben bu kafa dinleme olayının. Gerilmeyeceğim. Ben gerilirsem kocam bam teli olacak. Ondan sonra kahkaha aterken etrafı çınlatan sesi, bir gürleme olaraktan otelin duvarlarında yankılanacak. Olacak iş değil. Sakin olalım. Mayomuzun üzerine bişeyeler geçirelim. Nemli bornoz ıslak bünyeyi bozmaz. Gel gidelim cup cup yapalım.
İşte bu aşamadan sonra boyut değiştirdik. Sanki bir penguenler cumhuriyetine gelmiştik. Evet evet penguenler cumhuriyeti! Açık havuz, kapalı havuz, fin hamamı, sauna, türk hamamı, 40 derecelik kür havuzu; yok efendim güzellik salonu, özel jakuzi, sularında çiçeklerin yüzdüğü uzak doğu müziklerinin çalındığı jakuzili salonlar gibi envai çeşit “su” aktivitesinin bulunduğu yerlerden oluşan otel, penguenlerce istila edilmiş sanki. Herkesin sırtında bir bornoz, kafasında bir bone, ayağında bir telik. Kaymadan yürümek için küçük adımlar atarak yürüyen bir sürü insan… Sürekli bir parmak arası terlik efekti, şipidik, şipidik, şipidik, şipidik… İnsan öyle de kolay adapte oluyor ki cumhuriyete; havuza bakmaya inen ayağı galoşlu normal giyimliler, dakkasında uzaylı muamelesini hak ediyor. “Ay bunlar da kim ayol?”
Asansördesin bornozlusun! Hiç tanımadığın insanların yanında kulak memelerinden sular damlatarak, terlik şapırdatarak geziyorsun. Sonra akşam yemeği vakti gelince bu penguen milleti ne kadar taşlı pullu varsa giyinip, ne kadar parfüm varsa sıkınıp geliyor. “Hani, hani kulak memenden su damlıyodu?” diye soramıyorsun, kulağından pırlantası damlayan asortiklere. Bu durum topluca soyunmalıyız tektip bornoz ile yaşamalıyız diye düşüdürttü bana. Burası muz cumhuriyeti mi? Hayır efendim penguen cumhuriyeti! Şipidik!
Açık Havu Gündüz (sıcaklık -2)
Açık Havuz Gece (sıcaklık ?)
Bütün bu sulu fasiliteler bitip odaya çıkınca şöyle bir içim ürperdi gibi oldu.“Açayım şu iki singıldan dabıla dönme odanın klimasını!” dedim. Yanıldım! Yok! Ne bir on/off, ne bir radyatör, ne bir petek ne bir havalandırma, ne de bir klima! Resepsiyonu aradım tam gaz. "Odalarımız alttan ısıtmalı efendim, ama yine de ben bir baktırayım." Nası yani? Bizim odanın altını mı açacaksınız ocak misali? Kocaman 4’lü bir setüstü var da sanki, bir gözünü açacak hasbam! Çare kapının çalması ile alttan değil, kapıdan geldi. Üç gözlü devasa elektrik ocağı odada yerini aldı. Odanın sıcaklığı fena değildi zaten, sıcak sudan çıkan bünye zamanla adapte oldu. Elektrik ocağı, ıslanan ve bir yenisini alamayacağımız konusunda altı çizilerek bilgilendirildiğimiz bornozları kurutma işinde çalıştı.
"Biz nasıl bir memleketin evladıyız yahu? Topluca yıkanmak nasıl bir gelenektir?" diye düşünerekten geçirdiğim bu tatil bana iyi geldi. (Bir de masaj kısmı var ki, onu anlatmayacağım. Zira anlatılmaz, yaşanır!)
Otel ile ilgili öneri ve değerlendirmelerimi alt alta not düşerek, Ankara’nın “elit” kesiminin oluşturduğu diğer otel sakinlerine selam ederek, yazıma son vermek istiyorum.
- Otel’in bulunduğu doğa mükemmel, mimari açıdan tam bir skandal. Anlatılacak gibi değil! Zevksizlik, uyumsuzluk akıyor. Kür merkezi ile oteli birbirine bağlayan yerde laf olsun diye konmuş engelli rampası gözümden kaçmadı. Sağlam adamı rampanın başından bıraksanız, sonunda sakat olur!
- Kür merkezindeki sıcak su havuzu manzarası ve suyuyla süper!
- Açık hava sıcak su havuzu da harika! Hele arkadaşlarla birlikte gittim mi, gece ne eğlenitlir o havuzda beaaa! (bkz Pamuksu Otel!)
- Yemekler, 10 üzerinden 4,5. (Ben de kendime göre Vedat Milorumdur!)
- Çalışanlar süper kibar, pozitif ama genel bir organizasyon eksikliği var.
- Ve otel bu hizmete oranla biraz pahalı.
01 Şubat 2010
01-02-2010
Kallavi bir blog yazısı yazmanın zamanı çoktan geldi de geçiyor bile. O zaman bugün bir e-postadan, bir makaleden öte oturup sivil bir blog yazısı yazayım. Havadan sudan bahsederek başlayayım söze.
Önce kar yağdı. Kar yolları kapadı. Üzerine yağmur indi. Ve ardından güneş açtı bu sabah. Böyle havlarda hep dersi asmak ister canım. Dersi asmak... Dışarıda güneş varken benim derste ne işim var? Otururum ağacın gölgesine, alırım elime kitabımı, okurum. Yaşım gereği bir aşık olma çabası içindeyimdir. Bir satır okur bin satır hayal kurarım. Güneş çıkmış ya işte şubatmış, nisanmış derdim olmaz. Aylardan mayıssa eğer, erguvanlar açmışsa, ya da iğdeler insanı kendinden geçiren bir kokuyla bezemişse sokakları. Tutmayın beni o vakit Tutmayın! Kaçarım!
İş yerindeki ajandama tarih atarken uyandım hayalimden. 01/02/2010. Tarihi atarken sıfır ve bir ve ikilerden oluşan bir sistemin içine düşmüş buldum kendimi. İşte masamdayım yine, masama sığamıyorum. Her allahın günü şu deftere tarih atarken "Aynı köşeye at şu tarihi!" diyorum Kendi sözümü kendim dinlemiyorum. Ben bir tarih atıyorum, tarih bir çentik atıyor. Ödeşiyoruz.
Dersi asmanın mümkün, işi asmanın na-mümkün olduğu, kaçlık olduğunu bilmediğim sisteme mensup olduğum bu gün; kendisi bir bahar gününden kaçıp gelmiştir. Anneciğimin ellili yaşlarının ilk yarısını devirdiği bu gün, telefonda burnunu çekmekteyken konuyu usataca değiştirdiği bu gün... Bahardan kaçıp gelmişse. Tuttum. Hiç kaçırır mıyım?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)