07 Nisan 2007

Bir Cumartesi ve BİR ÖMÜR YETMEZ

Gelinlik, Çıkrıkçılar Yokuşu, perdeler, çeyizler, havlular, çarşılar, damatlık, spor ayakkabı, kırmızı T-shirt, Mülkiyeliler, Bira ve Sinema… Ne güzel bir Cumartesiydi yahu! Sevdiklerimle birlikte geçirdiğim çok güzel bir bu güzel Cumartesi…

Fakat gün boyu bir huzursuzluğu da kendimle birlikte taşıdım. Bu huzursuzluğu ötelemeye çalıştım. Kendimi hırpaladım. Hala da arıyorum nedenini. Bulamıyorum. Bulursam bloga da yazacağım. Bilmem! Belki kendimi biraz serbest bıraksam iyi olacak. Ya da suçu hormonlara atmalı belki…

Gelelim Ferzan Özpetek’in son filmine… “Bir Ömür Yetmez!” Film hakikaten lezizdi. Lezzetin bir kısmı o mutfaklı, büyük sofralı sahnelerden geliyorduysa da çoğu iliklerine dek irdelenen ilişkilerin, tatlı anlatımından geliyordu. Bu tatlı anlatıma gay karakterlerin yatak sahneleri dâhil değil. Ha bir de Pırlanta şarkısı!

Peki ya aldatma davası! Ah o bin yıllık konu… Sanıyorum filmde kendime en yakın bulduğum karakter Angelica’ydı. Yirmi beş yaşında evlenmeye karar vermiş bir genç kadın olarak, iki çocuklu aldatılan kadının tepkilerini bir tarafım kabul etti, bir yanım kızdı ona. “Hadi canım olmaz öyle şey!” demeye fırsat vermeyecek kader âlem bir âlem burası. Ve durmaksızın kendime hatırlatmaya çalıştığım gerçek; Angelica’nın da belki kendi kendine söylemeye çalıştığı: “Kimse mükemmel değildir! Sen de değilsin!”

Lorenzo’nun o akşamki kırmızı gömleği giydiği sahne… Kırmızı gömleğin yepyeni düğmelerini iliklerden geçerken geride bıraktığı gıcırtı… O gıcırtının bir daha asla olmaması ihtimalini bilerek yaşamak.

Fimin basın bildirisinden:

"İç dünyamızdaki değişiklikleri reddetmek, saklamak, ertelemek yerine her şeyi açıklıkla dışa vurup, yakın çevremizle yüzleşirsek ne olur?

Çevremizdeki herkes ve her şey bize değişimi önerirken biz nasıl olur da geçmişimizden asla ayrılamayız?

Ve her şeyin ötesinde, aşklar ve dostluklar için bir ömür yeterli midir?"

Düşünüyorum da yönetmen kabul gören, görmeyen her türlü ilişkiye değinmiş: kadın-erkek, erkek-erkek, karı-koca, eş-sevgili, anne-baba, anne-çocuk, baba-çocuk ve bir de dostluk! E yaşam dediğimiz de zaten bunlardan oluşan bir oyun değil mi? Film cidden yaşamın içindendi. Yaşam dediğini anlamlandırmaya bir ömür yetmeyecek ya. Biz yine de uğraşıp duralım!

Bu arada İtalyan erkekleri pek yakışıklı, Serra Yılmaz da pek tontondu söylemeden edemeyeceğim!

3 yorum:

Düşgensel Hunili dedi ki...

İtalyan erkekleri mi? Hmmm.. Evet! ;)

Serendipity dedi ki...

Ebru yaaa, Söylemeyi unuttuğum bir gerçek: bu filmdeki yakışıklılar biraz yumuşakça idiler! Gerçekleri İtalya'da imiş ne dersin? Gitmeye değer mi?

anl dedi ki...

Valla ben değer diye duymuştum kızlar :) Adamların futbol takımları bile podyum misali :) neyse filmi sırf bunun için seyretmeyeceğiz tabii :)