Lise defterimin arasında duran ömrü kelebek kadar kısa bir şiir dergisinin yapraklarına yazılmış bir dörtlüğe tutkuyla bağlanmıştım bir zaman:
“Sen dostumsun benim gülünce yüzünde güneşler açan.
Bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam!”
Sonra başka zamanlara ilerledikçe peynir gemimiz., bir peyinirin içindeki delikler gibi boşaldı birer birer yüreklerimiz.
Hani bir zaman “kanka” dediğimiz, tenimizin bir yerini yırtıp da kan kardeş olmaya cesaret ettiğimiz... Ah bilemiyorum. Ya yanlış gemilere bindik ya da hep yanlış insanların suretine takıldı zihnimiz.
Bu satırları kimseye söylemiyorum. Özellikle kimseye değil! Ne bağıra çağıra kavga etmeye niyetim var, ne takâtim. Belki ki de benim bildiğim sözcüklerin anlamları değişti baştan aşağıya. Kapının önünde dikili ağacım da eskisi gibi durmuyor ki bak! Kuruyanını kestik, büyüyenine gözümüz gibi bakıyoruz işte. Yalan mı?
Geceleri uyumadan önce onu düşünerek dua ettiiğiniz birileri var mıdır? Bilmem... Belki boşuna bir çaba bu artık. Dua etmek boşuna. Birileri için uğraşmak da... Harcanan bütün emeklerin zayi olduğunu düşünmek... İstemiyorum bunu. İçerliyorum. Hem de çok, çok fena.
Daha önce yüksek sesle de söylemiştim bunu. Belki de yazmıştım. Yazmış olsam da , bir kere daha yazıyorum şimdi. Lügâtımda dostluk kavramının karşılığı boş duruyor çoktandır. Canım sıkılmıyor desem yalan. Bir pencereyi açık unutmuşçasına üşüdüğüm oluyor zaman zaman. En çok da içerliyorum. Yine de biten arkadaşlıkları kendi hatalarım hanesine yazıyorum. Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var diyebilmek için!
Yalanlara pabuç bırakmadan, en iyi bildiğimi yaşamaya devam!
Not: Fotograf için FSA'ya teşekkürler!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder