01 Şubat 2009

Sıdıka The Gezentiest- Book 1- Gidiş


“Didooo! Evleniyorum! Bana ev adresini ver de sana davetiye göndereyim.” dedi Nejat telefonun ucunda. “E işte adresim. Buyur gönder Nejatcım.” dedim ben de. Sonra bir de ne göreyim? Düğün dediğin Pazar günü akşam. Hmm ne yapmalı? On saat otobüsle gitmemeli. Uçağa binmeli. Bakalım. Pazar sabahı ve Cumartesi uçak yok. Pazar akşam uçağı düğün saatine denk gelmekte. Öte yanda Ayten 4 yılı aşkındır her telefon görüşmemizde beni Antakya’ya davet etmekte. Dünya’nın ikinci en zengin mozaik müzesi Antakya’da bulunmakta. Yüksek lisansı bitirirken sıkılan bunalan bünyeye bir ödül vermenin zamanı gelmişken izin almalı. Antakya’ya varmalı.

Canım sevgilimin tez izleme komitesi (Bundan böyle blogda TİK olarak anılacaktır.) tarihinin tam da bu düğün bahaneli seyahat planına denk düşmesi nedeniyle, seyahat tek kişilik olarak organize edildi. Anadolu Jet’ten erkenden aldığım biletimle koyuldum yola.

Aşti’den Esenboğa’ya 3.4 TL’ye belediye otobüsü hizmeti var. Bu otobüsler sayesinde, Aşti’den çıkıp önce Kızılay’ı sonra Ulus’u gezerekten, tek tek basaraktan, bade süzerekten 1 saat kadar bir sürede Esenboğa’ya varıveriyorsun! Esenboğa’da insanı esen boğalar değil, sıra sıra sıralar, dizim dizim dizilmiş olaraktan karşılıyor. Online check-in yaptırmış bir online dünya cengaveri olarak havaalanında sıra beklemeyi, organizasyon bozukluğu ile karşılaşmayı hiç hesaba katmamıştım aslında. Ama olur mu efendim? Bir bankodaki görevli ben THY alıyorum Anadolu Jet’ler şu tarafa diyor, diğer banko şu tarafa diyor. Online check-in yaptırmış bir Anadolu-Jet yolcusunun var olmasına hiç kimse ihtimal vermiyor olacak ki, kimsecikler küçücük valizimi bagaja göndermeye yanaşmıyor. Kendisini koltuğumun altına da alamıyorum. Bu sırada VIP bankosunda kimseyi bulamayan, topuklu ayakkabılar ile yürüme uzmanı asortik teyze, bağırıp çağırırken kendisine bir destekçi arıyor. “Şikayet edicem, Haksız mıyım efenim?” Ne yazık ki, topuklu ayakkabılar ile yürüme uzmanı asortik teyze ile paralel evrenler kuramı ile ayrıldığımızdan ötürü, hiç sesimi çıkarmıyorum. Benim Anadolu usulü jet problemlerim var, kendisinden bağımsız olarak. Teyzenin tıngır mıngır gidişini seyrediyorum.

Bu iş böyle seyretmekle olacak iş değil. Uzayıp giden ve jet hızıyla ilerlemeyen Anadolu Jet sırasının önüne dalıp, bankoda görevli badem bıyıklı Adem Abi’ye durumu soruyorum. Badem bıyıklı Adem Abi’nin bir göz kırpmasıyla, bir güvenlik görevlisi peydah oluyor elinde “kıv kıv” yapan telsizi ile. Güvenlik görevlisi az önce beni geri çeviren, THY yolcusu olmayanlara düşman banko görevlisinin olduğu bankoya dek bana eşlik ediyor. Bu sırada arkamda bir “Aynı dertten muzdaripler” kuyruğu oluşuyor. Bu sayede biraz zor da olsa, ayır edilirliğini artırmak için sapına kurdela bağladığım, çek çekli, lacivert ve gereksizce şekilsiz valizimden kurtulup girebiliyorum “Gate’ler Yöresi”ne. Gate 109’da beklemeye koyuluyorum. Beklerken tanıştığım iki yaşındaki fıstık penceren bakıp annesine işaret ediyor: “Annecim mali olan bisim uçağımıs de miii?” “Evet yavrum, o eski küskü görünen, yamalı çelikten, dar koltuklu kuyruğu maviye boyalı olan bizim uçağımız.” demiyor annesi. Zaten demesin. Şimdi iki yaşındaki bir çocuğun öğrenmeye meraklı, taze ve temiz dimağını böyle cümlelerle yormaya ne gerek var?

Hem ön, hem de arka kapısı açılan uçağa, bir köy minibüsüne biner gibi biniyoruz ve yolcular olarak ortada kalıp sıkışıyoruz. İtiş kakış yerleşiyoruz. Benim bagaja vermek için, uğraş vermek zorunda kaldığım boyuttaki çantaların tepeme yerleştirildiğini görüyorum. Tepem atmak istiyor. Lakin, içerisi dar. Tepem atamıyor!

Sağda cam kanarında bir yerde oturuyorum. Oturduğum yer bünyede bir jet motorunu koltuğunun altına almış hissi uyandırıyor. Demek ki neymiş? Bir daha check in yapılırken, koltuklardan koltuk beğenirken, yerin teker üstü olmamasının yanı sıra bir de koltukaltı jet motoru özelliği taşımamasına da dikkat edilmeliymiş. Bir tek buna dikkat edilebiliyor zaten. Yoksa seçtiğiniz yerin dizlerinize herhangi bir özgürlük sunması söz konusu değil. “Acil durumlar için koltuğunuzun altında can yeleğiniz bulunmaktadır.” Hayır efendim, benim sağ koltuk altımda jet motoru bulunuyor! Acil durumda koltuğun altına eğilirsem kafam bacaklarımın arasına sıkışabilir üstelik. Acil durum falan istemiyorum.

Elimde kitabım var. Ferhan Şensoy’un “İngilizce bilmeden hepinizi I love you” adlı kitabını okumaktayım. El çantama sığmakta zorlandığı için “Kalemimin sapını gülle donattım” ı evde bıraktım. Ben kitabı okuyup bitireyazıyorum ancak uçakta yerleşme hengamesi bitmek bilmiyor. Hostesler elenerek numara numara ayrılan bezelyeler gibiler. Hepsi elenmiş ayrılmış, bize en irileri kalmış. Hostesin irisi makbul demek ki diye düşünüyorum. Ayrıca mecburi makyajlar, can sıkıntısını yansıtmaktan çekinmeyen suratlardan sarkmakta, biraz sırıtmakta. Hostesler de bize sırıtmaktalar. Bütün bu hengame içinde güvenlik demosu olarak adlandırılan gösteri hızla yapılıyor. Giriş-çıkışlar, yeleğe borudan hava üflemeler anlatılıyor. Hemen ardından pilotun “kabin kıriiiv bıt bıt bıt bıt ” diyen sesi duyuluyor. Bu cümleden kalkışa hazır olduğumuzu anlıyoruz. Salınarak gidip kalkış pistindeki yerini alıyor mali kuyruklu uçağımız. Motorlar çalışıyor:“Vııııııııııııııın”. Birazdan kalkacağız ve ayaklarımızdan çekilen kanın hissiyle uçup gideceğiz. İşte tam kalkıyoruz derken, sıkmasını yeni bitirmiş çamaşır makinesi motoru edasıyla susuyor motorlar. Pistin ortasında kalakalıyoruz. Haydaaaaaaa.

Bu pistin ortasında kalma, gezinme, bir o yana bir bu yana gezme durumu yaklaşık bir 10- 15 dakika sürüyor. Bu esnada, kış günü evin önünde kalıp da bir türlü çalıştırılamayan araba muamelesi yapıyor kaptan pilotumuz uçağa. “Gıv gıv gıv gıv...” “Az gaz ver kaptan!” “Eveeeeet.” “Gıv gıv gıv gıv...” İnelim de şu motorun önüne bi gazete kağıdı koyalım.

Uçağa binerken, önceki uçuşlarda motorlardan gelen yüksek ses probleminin rapor edildiği ile ilgili cümleler kuryan bir teknik ekip elemanına kulak misafiri olmuştum zaten. Demek ki uçuştan önce, daha uçağa binmeden kulak tıkacı takmak gerek. Gerginliğim iyice artıyor. “Kaptan! Çek sağa! Ben inicem!” de diyemiyorum. Kitap okuyorum. Cümleler motor sesi ile kesiliyor. En sonunda karizmatik sesli kaptan, bütün kaptanlar karizmatik sesli olur, “Teknik bir problem nedeniyle park alanına dönüyoruz.”diyor. Bunu söylerken sesi hiç de karizmatik gelmiyor.

“Eh artık yeni bir uçak verirler, sağa çekeriz, bundan ineriz, ötekine bineriz. İnersek bagajları kaybetmese bari, bankodaki badem bıyıklının arkadaşları.” diye kafada kurarken, bir anda kalkış pistinin başında buluveriyoruz kendimizi. Koltuğumun altında eşek kadar bir jet motoru tutuyorum üstelik. Kaptan yine “kabin kıriiiv bıt bıt bıt bıt ” diyor. Az önceki teknik aksaklığa nooldu peki? Soru sormak yok. Sağ koltukaltımda koskoca jet motorum; solda, göğsümün altında adrenalinden deliye dönmüş kalp atışlarımla düşüyoruz Hatay havayoluna. Bildiğim bütün duaları okuyorum. Keşke sevgilimle birlikte yola çıksaydım diye düşünüyorum. Ne onsuz olasım, ne onsuz ölesim var. Her aşırı adrenalin durumunda yaşadığım mide bulantısı sendromum kapıyı çalıyor inceden. İşbu sebepten kitabımı da okuyamıyorum. Solumdaki koltuk boş, hemen bir yanda oturan yolcu “Bu benim ilk uçak yolculuğum üstelik!” diyor. Korku belasına bir yol arkadaşlığı sendromuna gireceğim artık. Konuşmaya başlıyoruz.

Bir saati aşkın süren, bol motor gürültülü uçuşun ardından Hatay Havaalanı'na indiğimde, sosyal güvenlik kurumu, A grubu, kaçak işçi çalıştırma cezası, emeklilik tarihi gibi çeşitli gerekli-gereksiz konularda bir sürü şey öğrenmiş bulunuyorum. Bir de üstüne “Sigorta, sosyal güvenlik konusunda başınız sıkışırsa beni arayın!” diyen bir yol arkadaşım oluyor. “Numaran yok, nası arayım?” diye sormam bekleniyorsa da sormuyorum. Zaten bu sigorta başlangıç tarihi ile sittin sene emekli olamayacağımı öğrenmiş bulunuyorum. "Ben de mi badem bıyık bıraksam acaba?" diye düşünüyorum. Bu uçuş beni çarptı galiba. Daha fazla saçmalamıyorum. Önce “Ben vardım” demek için sevgilimi, sonra “Ben geldim” demek için Ayten’i arıyorum.

3 yorum:

KuzeyGüney dedi ki...

Canim valla cok gecmis olsun, o ayri konu ama, sagsalim gitmis oldugunu bildigimden midir nedir acaip guldurdu beni yazin:)

anl dedi ki...

bir anadolu jet mağduru olaraaktan pegasus la gitmen lazım diyorum :)hehe

Umit dedi ki...

iki şey diyeceğim; birincisi çok sevdiğim bir deyiş. Havacılığın ilk günlerinden kalma:

"A good landing is the one you can walk away from":)))

Yani, geçmiş olsun:))

İkincisi, yurtiçi uçuşlar için değil ama yurtdışılar için yararlı bir bilgi. seatguru diye bir site var; havayolunu ve uçuş tipini girdiğinde, kesinlikle oturmaman ve kesinlikle oturman önerilen koltukları görebiliyorsun. Bu sayede on-line çekin esnasında kendine iyi bir koltuk ayırma şansın oluyor. Yurtiçi uçuşlar için tavsiyem, motorların önünde oturman, çünkü gürültünün en az olduğu yer bir tarafa, inişte uçak körüğe yanaşacak olursa ilk çıkanlar arasına girme şasnısn artıyor. Ama safety first diyorsan, kaza anında en güvenli yer, tabi ki kuyruk bölümü.