30 Mart 2009

TANGO-MİLONGA

Kimi gün düşünüyorum da kızgınlıkları, kırgınlıkları, moral bozukluklarını, isyanları daha rahat yazabiliyorum sanki. Hem de bir başkasına aitmiş gibi yazıyorum bakın onları. Başkasının kızgınlıkları, başkasının moral bozuklukları... Böyle olunca da güzellikler arka planda kalabilyor. Bu kez kalmasın. Seçimi boşveriyorum. İş yerindeki sorunların canı cehenneme. 28 Mart Cumartesi gecesi harika bir gece geçirdim. Onu yazıyorum. Altını kırmızı ile çiziyorum. Tango'dan söz edeceğim başka renk ile çizsem olmaz sanıyorum.


Canım sevgilimle tango macerasına başalayalı ay değil yıl oldu. Hatta anacım bir ara "Kızım bu kurstan size bi sertifika falan vermiycekler mi?" diye tutturup duruyordu. "E düğünde bari iki dönseniz de görsek!" diyenler de oldu. Yahu tango dediğin devasa gelinliği savuraraktan yapılacak bişiy değil. Yine de düğünün önceden tanımlı ve mecburi dansları sırasında, kocacımla ahenkli salındık. Hatta zaman zaman tango tutuşları/adımları deneyip, sırıttık karşılıklı. Sonra sonra tango derslerine ara verdik ve bu yıl itibariyle geri döndük Shine Dans'taki tango maceramıza. Dizlerimde varlıklarını hissetmekten çekinmeyen ve hatta zaman zaman kendi tek partili iktidarlarını kurmak niyetinde olduklarından endişe duyduğum menisküslerim (seçim konusundan bu kadar uzaklaşabildim) elverirdi, vermezdi derken; ağrılı sancılı da olsa devam ediyor tango serüvenim. Ve bendeniz ne şanslı bir hatunumdur ki; kocam da tango seviyor. (Demek ki serüvenim değil serüvenimiz devam ediyor.) Biz böyle sevinerekten gidiyoruz derslere. Ufak tefek "Yok sen yapamıyosun", "Sen ritmi tutturamadın","Sen estetik dönemedin"lerimiz olsa da başka bir derdimiz olmuyor tango yaparken. Rabia ile Umut'u da bulaştırdık bu işe. Ders sırasında onlar da tango öğrenirken tatlı tatlı didişen çift portresi çiziyorlar, arada bir yan gözle bakıp gülüyorum.

Tango Hocamız Murat Gürmen. Gülümsemekten çekinmeyen sıcak ve sosyalliğin everestlerinde gezinen bir karakter kendisi. Ondan tango dersi almak oldukça keyifli oluyor. Ders sırasında, "Murat beni alsa da şu hareketi gösterirken evirip çevirse de ben de kendimi süper dans ediyor sansam" şeklinde düşünce balonlarım oluyor. Gören oluyor mu bilmiyorum.

Shine Dans'ın her Çarşamaba geleneksel olarak organize ettiği Mydonose Plaza Milongaları var. Hadi gidelim! Hadi gidelim! deyip durduğum bu milongalardan hiç birine gitmedik. Hmmm, acaba neden? Bunca zaman sonra, bu cumartesi bizim bilmediğimiz, ancak dünyadaki tangoseverlerin tanıdığı Matias Facio & Claudia Rogoswki'nin katıldıkları Milonga'ya gittik. İyi ki gitmişiz. Sahnede saatin aksi yöne dönerek kuğular gibi dans eden onlarca çifti izleyen biricik kocacım, mest oldu. O çiftler arasında biz de ufaktan bir yer edindik kendimize, daha da mest oldu. Sonra o mest olmuş gülüşle dönüp bana sordu: Hayatım biz niye daha önce gelmedik milongaya? Yanıt: Allah allah niye ki?

Özetle, Cumartesi gecesi mest olduk. Vallahi jest olduk. Neler öğrendik neler...
  • Ankara'da milli maçtır, seçimdir takmayıp tango yapmaya gelen bir grup insan yaşıyor.
  • Bu bir grup insani masada otururken normal insan gibi görünüyor. Gelin görün ki, dans etmeye başlayınca bu normal insanlar, göbeklisi, keli, teyzesi, buruşuk teyzesi yok efendim zayıfı, balık etlisi ağızları bir karış açık bırakacak bir etki yaratıyorlar.
  • Milonga deddiğine şık şıkırdım giyinilip gidilyor. Mümkünse ayak bilekleri, bacaklar ve hatta omuzlar açık bırakılmalı. Bana kalırsa bir de topuz cuk oluyor. Canım seviglime zorla giydirdiğim takım elbise az bile geldi! Dantel çorabım ve mini eteğimle ben de az sayılmazdım hani!
  • Tango dediğin dans şarap gibi! 40'larıda bir çifte, 20'lerin ikinci yarısına yakıştığından daha çok yakışıyor.
  • Milongalar saat 8:30 da başlıyor gibi dursa da pek başlamıyor.
Gözlemlerime dayanarak şöyle diyebilirim ki; farklı insanların aynı amaç uğruna bir araya geldikleri güzel topluluklarda bir sinerji oluyor. Cumartesi gecesi de toplulukta böyle bir sinerji vardı. Vallahi tadına doyamadım. Yine gidelim, yine gidelim. Biz de 40'ımızda en az o kadar şekilli dans edelim! TANGO!

Not: Fotograf, hocamız Murat Gürmen ile partneri Ayşe Karaoğlu'na ait. Ayrıca ayrıntılı bilgi için bakınız: Shine Dans.

23 Mart 2009

Seyyah oldum şu alemi gezerim!


Bir kaç zamandır "sandaletliseyyah" adlı bir blogu takip etmekteyim. Blogun hastası oldum. Blog sahibini taktir ettim. Can'ı sevdim. Hatta İzmir'de karşılaşsak oturur bir bira içeriz birlikte gibi geliyor bana şu an. Bu sabah vize peşinde koşarken, saçmalıklar ve aksiliklerle hoplayan sinirlerim, sandaletliseyyah'ta yayınlanan son blog yazısını okumamla hoplamaktan vazgeçti. Sakinleştim. Neden seyahat etmek istediğimi düşündüm. Çocuk sahibi olunca da gezmek gerek diye geçirdim aklımdan. Kendi küçük dünyalarında birbirinin beynini yiyen insancıklardan olmamak gerek.

22 Mart 2009

Açılan sandık 1- sonuçlar

Oylama sonuçları yeni headerın kalması yönünde oldu. "Sıkıldım ben şu headerı bi değiştiriyim" duygusu bünyeye musallat oluncaya dek yeni header budur.

17 Mart 2009

Metafor-ül Bulut

Bir sürü film izledim, kitap okudum ama elim ermedi işte iki satır yazıvermeye. Yazı yazmak insanın başını birarada isteyen bir eylem duruma bakılırsa. Kafam bu kadar dağınıkken yazdığım da bölük pörçük oluyor özetle. Durum bu.



Ne mi oluyor? Efendim bir bulutun içindeyim şu sıralar. Bir belirsizlik bulutu. Kendi belirgin adı belirsiz bu bulut belirsiz bir desende ilerliyor. Bu nedenle, kimi gün görmezden gelebiyorum kendisini; kimi gün gözüme giriyor; su kaçırıyor gözüme; gözümden akıyor sular. Ben ki kontrol manyaklığında belirli sınırlara gelmiş bir bireyim. Mükemmeliyetçiliğim zaman zaman eşeğin bir taraflarına bulut kaçırmakta. Kendimi dizginlemeye çalışmaktayım. İçinde bulunduğum durum "uncontrollable variable"lar elinde "random" ötesi haller alınca, sorgulama olayının da bi tarafına su kaçırmaktayım. Ne yapmalıyım? Nerde yanlış yaptım? Nerede yanlış yapmaktayım? Sorgulama konusu gözüme su kaçırmakta. Benim tadımı kaçırmakta. Üstelik bulutun içindeyim bir yana kaçamamaktayım.

Öte yandan bu bulut meselesi görüş mesafesini azalttığından en yakınınızdakilerle ilişkilerinizin yıpranmasına sebep verebilmekte. Bunun olmaması için çaba sarfediyorum.

Bulutun önemli etkilerinden biri de bazı olmadık şeyleri daha net göstermesi. Yalakalıkları, yaltaklanma çabalarını, bencillikleri, iki yüzlülükleri pırıl pırıl parlatması. Ben bunu gördüm, ben bunu öğrendim, bi yaşıma daha girdim.

Vay anasını be bulut. Bu kadar gözüme gözüme girdiğine göre, artık yakın olduk sayılır seninle, sana bir türkü armağan ediyorum. "Bulut bulut üstüneeeeee, amaaaaan amaaaan vay!"

10 Mart 2009

Geciken Antakya izlenimlerimden biri daha - Bitmeeeez!


“En büyük asker bizim asker!” diye bağırıyor Hatay Havaalanındaki kalabalık; ya da bana öyle geliyor. Bu zihnimin gürültüye kendince bir mana verme çabasından başka birşey değil. Sonradan, gürültünün nedeninin, yaklaşan yerel seçimler öncesi, aynı uçaktan indiğimiz belediye başkan adayına yöneltilen yalakalık çalışmalarından ibaret olduğunu anlıyorum. Kalabalık beni karşılamaya gelmiş değil. İşin bu kısmı aşikar. Ve fakat, bu kalabalığın içerisinde tepesi kurdeleli lacivert valizimi nasıl bulacağım ve beni almaya gelecek “Ali”yle nasıl buluşacağım aşikar değil. Hadi bakalım.

Hatun, kaçıramayacağı bir İngilizce sınavı olduğundan beni Ali’nin karşılayacağını söyledi. Ben de normal olarak ona Ali’yi nasıl tanıyacağımı sordum. Ali’nin eşgalini ve cep telefonu bilgilerini aldım. Birbirimizi tanımamızın kolaylaşması açısından Ali’nin yakasına bir kırmızı karanfil takmasının uygun olacağını belirttim. Bu eski yöntem pek beğenilmemiş olacak ki cep telefonu marifetiyle buluşup, sıyrıldık Havaalanındaki kendinden geçmiş kalabalığın arasından.

Ali, Antakya’yı ziyaret eden misafirleri ağırlama konusunda uzmanlığını vermiş durumda artık. Yol boyu bana Antakya’yı anlatıyor. Bir nevi panaromik şehir turu yaşıyorum. Karanlık olmasına rağmen Sen Pierre Klisesini, Affan Kahvesini, aynı avluya bakan üç farklı dine ait ibadet yerlerini, Habib-i Neccar Camiini tek tek anlatıyor. Arapça ezgisiyle kurduğu Türkçe cümleleri ilgiyle dinliyorum. Hatun’u beklerken bir kahve içelim diyoruz ve kendimizi Hayyam’a atıyoruz.

Hayyam bir kitap-kafe. Bu yüzden biraz lise yıllarımı biraz da üniversitenin ilk senelerini çağırıyor kısa süreli hafızama. Sahi ya niye gidiyorduk biz oralara? Ergen derlerimizi anlatıyorduk birbirimize, arada bir de köşesi kıvrılmış bir kitabın sayfasında karşımıza çıkıveren şiir, bahane oluyordu kısa süreli aşkımıza. Daha ziyade nikotin okuyup, kendi halimizde bir romanı yazıyorduk. Kızılay’da ergenlik sivilcesi gibi pat diye patladığımız yerlere götürdü beni Hayyam Kafe. Kahvemi içtim, keyif aldım. Aliyse, Hatun’un uzun süren sınavı yüzünden benim sıkılacağımı düşünüp, yersiz bir korku yaşadı bu sırada. Kahvenin köpüğünü hüpletirken korkuyu kovduk gitti. Havalındaki gürültücü kalabalık, iki tarafı iki farklı sokağa açılan Kafe’nin bize uzak kapısında peydah oluyor bu kez. Yok yok. Bu sefer biliyorum. En büyük asker bizim asker diye bağırmıyorlar. CHP’nin bayan Antakya belediye başkan adayı İris Hanım'ı (Hanımın "h" si "kh" şeklinde telaffuz edilecek) el üstünde tutma çabasındalar.

Kahvemizi içip, yemeğimizi yemek üzere hemen yakındaki Anadolu Sofrası'na gidiyoruz. Palmiyelerin altına kurulu, altın rengi masa örtüleriyle gözümüzü alan, şıkır şıkır bi kış bahçesi var Anadolu Sofrası'nın. Garsonlar "misafir"e hoşgeldin deyip elini sıkıyorlar. Misafir burada ben oluyorum. Misafir olması pek güzel oluyor. Hatun gelinceye dek rakımız ve mezelerimizi söylüyoruz. Biranda masa donanıveriyor. Birazdan Hatun geliyor. Hasret gideriyoruz. Sohbet tatlı, mezeler enfes, diyecek yok keyfimize. Bendeniz fotograf makinemi devasa çantasıyla birlikte arabada bırakmış olduğumdan bir kare fotografını çekememişim o sofranın. Nasıl anlatacağım size şimdi? Yazının başındaki fotografa bakıp, yazıyı okuyup anlamaya çalışmayın. Gidin, görün, tadına bakın, bizzat yaşayın! Ben de gecikmiş Antakya yazılarımdan birini daha bitirip, bir başkasını daha sonraya bırakayım.

04 Mart 2009

Yeni Header Yeni Umutlar

Blogum yeni hali ile karşınızda....
Uzun süren gaz vermelerim sonucu bir Göcek fotosunu baştan yaratarak çizimi yapan arkadaşım Güliz'e teşekkürler.
İlüstrator, animatör, animanyak insan kendisi, bir gün bir blogu olması umudunu taşıyorum.