Çiçekçilerin olduğu sokağı dümdüz yürüdüm. Hangi mevsimde, hangisi satılır bu çiçeklerin; her biri nasıl kokar, biliyorum. Bu sokağı da az yürümedim. Annemin elinden tuttuğum, anneannemin koluna girdiğim, okulu kırdığımda aynı günde kim bilir kaç defa gelip geçtiğim bu sokak. Bu sokaklar...
Kolay değil. İnsan dediğin yaşadıkları üzerine üst üste kuruluyor. Yaşamadıklarından oldum sanıyorsan eğer kendini işte o zaman pek “insan” olmuyorsun. Değil mi ya?
Bu satırların arasına sokakların adını yazmaya gelmedim. Ne fark eder, mendil sokak, kedi seven sokak, kaptan-ı derya sokak, çıkmaz sokak, çapalı sokak, sapmaz sokak, gül sokak, karanfil sokak? Ne fark eder, ağız tadıyla yürümedikten, bir sokak kahvesinin keyfine varamadıktan, bir kitapçının kapısını kapıda şıngırdayan zilin sesini duyarak açamadıktan sonra?
Kişinin kendi kendine kaldığı anlar en az diğerleriyle yaşadıkları kadar özeldir. Eğer yalnız başına kalabiliyorsa... Yalnız başına yürümek mesela... Yalnız başna bir kafede oturmak... Yalnız başına bir kafede oturmak, bir bardak çay yudumlamak ve bir kaç satır karalamak... Ya da bir kitap okumak... Aç gözlülükle ışıldayan gözlerin tepeden tırnağa sizi süzdüğünü hissetmeden yapabileceğiniz şeyler işte.
Denizi olmayan bir şehirde olduğumdan bu kadarını yazdım. Dedim ya insan yaşadıklarını üst üste koyabiliyor. Liste uzatılabilir. Vapuara binmek tek başına ve bir sigara tüttürmek boğaza karşı... Tek başına bir banka oturmak ve bakmak ufka, parkta oynayan küçük çocuğa ya da belki denize...
“Nereden çıktı bu tek başına kalma sevdası” demeyin şimdi. Düşündüm. Ben severim öyle sandalyesi kıçıma battığı halde, ortamı insanın içini ısıtan yerlere gitmeyi. Bir kaçında adam akıllı zaman geçirdim. Kitaplarını okudum, adisyonlarının arkasına yazı yazdım, ders çalıştım, çaylarını içtim, biralarını içtim, sohbet ettim, ahbap oldum. Gün geldi, “bu da bizden olsun!” dediler... Hani istesem belki çok sevdiğim sandalyelerden birini bana hediye edecekler. Yalnız da gittim, sevdiklerimi de götürdüm. Kimseler omuzlarıma sentetik battaniyeler sermedi. Yazları balkonu kapma telaşındaydım, kışları kalorifer peteğinin yanını.
Şimdi adımı atsam bu şehirde evimden dışarı; o “benim” dediğim yerler hala ayakta duruyorlar mı bilemiyorum. Ne zaman yolum düşse oralara “devren kiralık” bir devre denk geliyorum. Mekanlarla insanların benzerliğine bir kez daha şaşıyorum.
Burada, şehir dediğimiz koca bir “alış-veriş” merkezi. “Alış” malısın bu devamlı birilerinin sokağın-şehrin-ülkenin atmosferine “veriş” tirmesine... Kendine lazer hızıyla çoğaltılmış, kökü kuruyası bir alış-veriş merkezi bulmalısın. Oradaki zincir cafelerden birine oturmalı, ince belli bardakta çay ya da türk kahvesi yerine bir “latte” söylemelisin. Garson elindeki alete tık tık tık yapmalı. Masanda arkasını karalayacak bir adisyon olmamalı böylece.
Böyle yerlerde elinde bir kitapla, yalnız oturmaya kalkmazsan iyi edersin. Böylece yer tutmazsın. Hem böylece,"sen gitsen de şu bekleyenleri alsak" bakışlarına maruz kalmazsın. Karşı masada oturan, seni bir daha görmeyeceğinden emin, aç gözlü bakışlarla ne giydiğini süzmekte olan, “ortanın üstü” gelir seviyesine mensup, kadından da kurtulursun böylece. Sen iyisi mi bir alış-veriş merkezine git! Dükkanları gez. Mutlaka bişey al. Bu sayede kendi kendine kaldığını san! Yalnız başına zaman geçirdiğini zannet! Oturup gece vakti bir de yazı yazarsın belki, yalnız başına küçücük bir kafede oturup, nasıl da keyif aldığını hatırlarsan!
4 yorum:
Ne güzel bir anlatım...
Ben de denize hasret aynen bahsettiğiniz gibi bir şehirde yalnız kalmayalı öyle uzun zaman oldu ki, artık yalnızlığımı unuttum. Evimin içindeki yalnızlığım dışındaki her yalnızlık yalan artık. O minik, aynen bahsettiğiniz ve eskiden arkadaşlarımla gittiğim kafelerin hepsi değişmiş neredeyse. İnsan bir dosttan ayrılmanın acısı gibi hissediyor o acıyı boş dükkanları görünce. İlerleme, gelişme bu belki de. Yalnızlığımızdan bile uzaklaştırılmak eninde sonunda... Ve yalnızlığın tadını bile unutmak...
Teşekkür ederim. Yazdıklarından anlatmak istedikleirimi anlatabildiğimi anlıyorum. Ne mutlu bana...
Didemcim, Ankara'nin en buyuk eksigi bu aslinda haklisin. Hep yapis yapis kalabalik icindeyiz. Gecen gun kuzenimle Kas'in meydanina bakan bir yerde otururken, bizim sehirlerde meydan gibi meydanlarin olmayisina bagladik herseyi. Meydan olsa, cevresinde sevimli kafeler olsa, o meydana acilan sokaklar olsa, telassiz olsak...
Sen demişsin diyeceğini, hepimizin yerine...
Yüreğine sağlık:)
Yorum Gönder