12 Ocak 2009

Kurtçukları kovuyorum!

İnsan insanın kurdudur. Ve insanlar zaman zaman insanı kudurtur. İnsan sosyal bir varlıktır. Ve bir araya gelmiş kurtçuklardan oluşan topluluğa iş yeri denir.

Yukarıdaki önermelerin hepsi doğru ise; tüm bunlar bir süredir yaşamakta olduğum sosyal ortamın doğal bir sonucu ise ben kimim? Ne yapıyorum?

İş, sabah çıkıp gidilen ve akşam da dönülen bir yerdir. Ancak günün büyükçe bir kısmının orada geçirildiği de yadsınamaz bir gerçektir. Bu yerde kurtçukların beyninizi, cebinizi, birbirinizi, huzurunuzu, hedeflerinizi ve yerine göre eğitiminizi, öz güveninizi ve bilimum sahip olduklarınızı kırt kırt diye kemirmesi olasıdır. Bu olasılıklar karşısında huzursuzlanmak, kabus sahibi olmak, derstsiz başa dert almak, selam sabah bilmez, kendini hiç bilmezlerle muhattap olmak, iş yerinde işsiz olmak, dedikodunun üremesi, bu üremenin populasyonu tehtid etmesi kaçınılmazdır.

Hayır efendim. Ben kaçıyorum. Bu kurtçuk ortamından, mantıksız sorulardan, sebepsiz sorgulamalardan, tepişen fillerin çimlere basmamaya özen göstermemesinden çok sıkıldım. Kaçıyorum. İçimde bir yerlerde "Kaş" a benzer bir koy var, oraya kaçıyorum. Okumak istediklerimi okuyup, yüzmek istediğim sularda yüzeceğim müsadenizle.

Ben ki aldığım kararlar konusunda hiç bir gün tereddüte düşmedim. Kararsa bu, karaysa da aksa da benimdir.

Kurtçuklar.... Bi defolup gidin!

03 Ocak 2009

Rüyada .... görmek neye delalet acaba?

Adalet ağaoğlu Gece hayatım adlı kitabında rüyaların anlatır. Seneler önce kitabı ilk okuduğumda ben de başucuma bir deftercik koyup, gördüğüm rüyaları not almak niyetine düşmüştüm. Sonra "Amaaan ne ilginç yanı var canım benim rüyalarımın?" diyerek vazgeçtim. Ancak, tıpkı bu gece olduğu gibi bazı geceler öyle ilginç rüyalar görüyorum ki, yazmak lazım. Tabiri caizse "tarihe tanıklık edecek" rüyalar bunlar. Yazıyorum. Buyrunuz okuyunuz.

Bir masa, üzerine uzun bir örtü serilmiş. Anlaşılan, basına demeç verirken kullanılan cinsten süslü bir masa. Masanın başında başında çok tanıdık bir isim oturuyor. Kim mi? İ. Melih Gökçek! Evet evet şaşırmayınız ta kendisi. Aşina olduğumuz sırıtışıyla "Buyrun canım kardeşim!" diyerek masaya birini davet ediyor. Yeşile çalan renkteki takım elbisesi ve badem bıyıklarıyla masaya teşrif ediyor "yetkili" olduğu anlaşılan kişi. Ve başlıyor propagandaya.

Hatırlar mısınız bilmem, ilkokuldayken sanırım müfredtatta zorunlu olarak bulunan bir deney vardı. Suyun süzülmesi deneyi. Alt kısmı kesilmiş bir pet şişe yada laboratuardaki cam tüp ile yandaki düzenek kurulurdu ve çamurlu suyun nasıl da "tertemiz" olduğu anlatılırdı. Biz de ilk okul aklımızla bu deneye şaşırır, mest olurduk. İşte rüyama teşrif eden badem bıyıklı yetkili de eline alt tarafı kesilmiş bir şişe alıp, başlıyor deney düzeneğini kurmaya. Yalnız düzeneği kurmak için kum, çakıl gibi şeyler kullanmak yerine üzüm tanesi, mısır tanesi, nar tanesi gibi renkli meyve/sebze tanecikleri kullanıyor. Gözlere hitap eden düzeneği kurmasına kalmadan, oturduğum yerden sıyrılıp, atıyorum kendimi masanına başına. Bir hareketle badem bıyıklıyı masadan ittiriveriyorum ve Gökçek'in faltaşı olmuş bakışları altında ahaliye sesleniyorum. "Hatırlayın! Hatırlayın! ilkokulda yaptığınız deneyi hatırlayın! Orada bile suyun rengi tertemiz olmuştu. Bu adamlar bizi nasıl aladatıyorlarsa, suyun rengini bile ağartmıyorlar işte!" O anda alkış kopuyor ahaliden. Sonra ben Gökçek'e dönerek, "Çeşmelerden sular kırmızı akıyor, lavabomda ahanda böyle, işaret parmağımla başparmağımı birleştip göstererek, halka halka kırmızı lekeler oluyor. Allah bilir bu suyu içen insanların içleri ne renk oluyor?" diye yakasına yapışıyorum.

Velhasıl, pek huzursuz bir geceydi. Gerçekten çeşmeden akan kırmızı suyun beni huzursuz etmesinden olacak, rüyama girdi bütün bu gereksizlikler. Çeşmeden akan renkli sudan, bacadan çıkamayan karbonmonoksite; otobana dönüşen şehir içi yolardaki ölümlü kazalardan, Ankara'nın siyaha çalan havasına kadar şu anda burda yazmadığım, belki benim de bilmediğim, her türlü konudan ötürü sorumlu bulunan bu adamı seçimlere kadar her gün rüyamda görürsem diye tırsmaktayım. Belki de, seçimlerden sonra da aynı koltukta görürsem diye tırsmaktayımdır.

Neyse... Hayrolsun! "Rüyada .... görmek neye delalet acaba?" diye tabirlerde arattım. Bulamadım. Gündüz niyetine diyeyim. Öyle olsun!

Master of Science


Ve oldu. Sonunda bitti. Saatler boyunca bilgisayar başında oturup yazdığım ve artık bir an "yakıcam uleyn" noktasına geldiğim sayfaları, ciltlenmiş olarak birarada görünce böyle içim küt küt etti. Yüreğim bir garip oldu. Tüylerim diken diken oldu. Güzel oldum elime cildi alınca, güzel...

Bi an, insanın hayatının film şeridi gibi gözünün önünden geçer ya, aynen öyle oldu bana. Tez başvurusu için hocalardan tavsiye mektubu istediğimi; LES'tir, TOEFL'dır sınav peşinde koştuğumu; kabul aldığım gün nasıl sevindiğimi; yakalandığım hem çalışıp hem okumak hastalığı nedeniyle, ders saatlerini ayarlayabilmek için iş yerinde müdürüm ile nasıl papaz olduğumu; Tunus caddesindeki ODTÜ durağına şakır şakır yağmurda nasıl yürüdüğümü, arkadaşlarıma "benim çalışmam lazım gelemem" dediğimi; bu yüzden içimin gittiğini; evlendiğim gün "ya benim bu master işi yalan olursa" diye duyduğum endişeyi; kapı kapı gezip sınıf sınıf saatlerce başında bekleyerek data topadığımı; istatistik kitapları arasında kaybolduğumu; son kuruşuna dek paramı fotokopiye verdiğimi; hocamı arayıp da yurt dışında olduğunu öğrendiğimde nasıl dellendiğimi; jüri günü karnımda duyduğum o garip ağrıyı hatırladım.

Tüm bunları hatırlamak, ciltlenmiş bir hasar bırakıyor bünyede. Bitince ne olacağını şaşıyor insan. E şimdi ne olacak? Yani artık öğrenci olmayacak mıyım? Bilemiyorum. Bi de bunun bi üst versiyonu var. Yoksunluk sendromuna girersem eğer, bünyeye ondan da vermeyi düşünüyorum. Ebru'nun deyimiyle belamı arıyorum. Şu an karşınızda bir Master of Science olaraktan duruyorum.