Bina sıcak. Üçüncü kata doğru adımlarımı hızlandırırken, soğuktan üşümüş parmaklarım yavaştan kendi rengine dönmeye başlıyor. Başımdaki bereyi alıp çantama tıkıştırıyorum. Çantamın diplerinden cep telefonumu bulup; sesini kapatıyorum-kimsenin aramayacağını bilsem de....
Kapıyı yavaşça itekleyip, rengi griye dönmüş halılara basarak sessizce ilerliyorum. Binanın büyük pencerelerle ışıyan tarafına yerleştirilmiş masalardan birinde yer buluyorum kendime. Hışırtılar arasında kışlık giysilerimden kurtuluyorum. Bu arada gözler süzüyor beni. Onca sessizliğin arasında gürültünün sebebi sayılırım ne de olsa!
Gıcırdayan bir tahta iskemleye yerleşiyorum. Ve pencereden dışarı fırlatıyorum bakışlarımı. Karın yükü altında dallarını eğmiş çam ağaçlarının oluşturduğu o manzaraya, manzaranın biraz gerisinde bastığım halılardan daha da gri o şehre bakıp; derin bir nefes alıyorum. Kış soğuk. İçim sıkkın. Bir süre öylece kalıyorum...
ODTÜ Kütüphanesi’nin o sıcak, uğultulu ama sessiz 3. katından kim bilir kaç kez baktım ben o manzaraya. Yine kar yağıyor Ankara’ya. Şimdi orada olmasam da, aynı manzarayı görüyor gibi oluyorum.
Nerden geldi şimdi kütüphane aklıma? Cumhuriyet Gazetesi’nde Leyla Erbil’ e ilişkin bir haber okudum. Yazarın rahatsız olduğunu öğrendim. Okunacak listesinde dolabımın kapağına iliştirdiğim “Hallaç” akıma geldi. Sonra ODTÜ Kütüphanesi’nin raflarından aldığım bütün diğer Leyla Erbil kitapları. “Karanlığın Günü”, “Tuhaf bir Kadın”, “Mektup Aşkları” “Gecede”, “Eski Sevgili”... Yeniden okumak istedim hepsini. Sırayla. Bir kez daha. Ne çok sevmiştim onları ben kimi satırara takılı kalıp tekrar tekrar okurken.
Ah! Ödünç alınarak okunmuş kitapların bende bıraktığı o yoksunluk hissi... Halbuki arada bir dokunup sevmek istiyor insan kitaplarını. Karıştırmak, bir iki sayfasını okumak, özlem gidermek. Ve sonra onlara ayrılan yere özenle yerleştirmek.
Ankara, kar, kitap, ODTÜ, Leyla Erbil, özlemek, yoksunluk... Derken.... Birazdan çıkacağım karla kaplı Ankara sokaklarına. ODTÜ’nün bana kattığı güzel insanlardan biriyle özlem gidereceğim. Bir kitapçıya uğrayıp kendime “Hallaç”ı alacağım. Velhasıl, yazarların kar altında kalan kozalaklardan bile daha çok üşüdüğü bu yerde, kendimi bir yoksunluktan kurtarmanın telaşına düşeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder