08 Aralık 2005

Dehliz

Önünde koca bir dehliz gördün. Gördün! Kaçırma gözlerini! Sen, ben, biz gördük o dehlizi. Belki başkaları da gördüler. Ellerini ovuşturdun, çünkü soğuktu, üşüyordun. İşin kötüsü bir senin nefesin, ısıtmaya yetmiyordu ortalığı. İçinden ne bahar şarkıları geçti; ne davullu zurnalı rumeli türküleri duydu kuklakların kimbilir. Oysa dilin hüzünlü şarkılar mırıldanıp durmaktaydı. Ürküyordun çünkü; dehliz seni yutabilirdi. Başkalarını yutmuştu; kaçınmasız seni de yutacaktı. Söyle! bunda korkacak ne vardı?

Elinde değil biliyorum. Böyle hastalıklı dizeler yazacaksın. Ülkenin ağrılı sızılı, genç yaşta çok çocuklu annelerine yanacak yüreğin. Hastane kokuları gelecek burnuna. İçin kalkacak. İçini dökmek isteyeceksin. Dökeceksin dökeceksin, bitmeyecek. Böyle boğazın düğümlü hep o dehlizin önünde...

Böyle gereksiz hem de gece vakti. Ne kahve yakışıyor fincanına; ne şarkılar uğuldayıp duran radyona. Gereksiz işte şimdi alt kattaki çocuğun böyle canhıraş ağlaması. Sen ki, uslu bir çocuktun susmak nedir bilirdin. Yine de beni geceleri arama emi! Yüreğim ağzıma geliyor. Damağımı kalıdırıp bir bardak su içmeli. “Hayırdır inşallah” demeli bir umutla. Ne yazık telleri koparmış fırtına. Telefon, lanet olsun çalmak bilmiyor.

Bak bir dehlizin önündeydin seni ilk bulduğumda. Şimdiyse bir telefon kulübesindesin. Yine de fırtınaya fazla uzak sayılmazsın. Ellerin çatlamış rüzgardan mı ne.Sus! Sen tut dilinin altında o baklayı! Sakla! Çünkü böyle saklamakla büyür bütün hastalıklar; sen kahkahalı günleri sırsız, sınırsız savuşturup dursanda. Ben çoğunu gönderdim o günlerin arkalarından şekerli sular döktüm. Geri dönmediler. Gariptir, saklayacak hiçbir şey yok. Kaplarım sırsız. Ben sırsız. Hani çıplak desek yeri var. Bu yüzden ayıplanıp duruyorum ya zaten. Bu yüzden soğuk ortalık. Koru ellerini sen.

Şimdi şuracıkta bir deniz olsa dehlizin yerinde. Etse etse birkaç harf fark eder. Gemilere binsek. Ne bileyim işte. Tramwaylar geçse; trenler geçse; biri bizi buradan alsa; ya soğuğu, ya fırtınayı, ya korkuyu, ya dehlizi, ya beni...

24 01 2003

2 yıl kadar önce karalanmış bir kaç satır işte! Gün yüzüne çıkarmanın zamanıydı. Biraz hüzünlü satırlar. Belki biraz da karanlıklar. Belki bir cinnet saatini yansıtıyorlar. Ne yalan söylemeli. Bir zaman sonra okuduğumda çok da hoşumu gidiyorlar!

Hiç yorum yok: