Yaşamımdaki varlığından mutluluk duyduğum bir vakıf İLKYAR. Her projenin ardınadan bambaşka duygularla geri dönüyorum evime. Ve her projeden sonra bi kaç satır karalıyorum yaşanalara dair. İşte son projeden bana kalanlar...
Ve İLKYAR neler yapar? Kimdir? Nedir? diye merak edenlere:
İlkyar- İlköğretim Okullarına Yardım Vakfı www.ilkyar.org.tr
ZİLLER ÇALAR
Ziller çalar durmaksızın ülkemin her yerinde. Köyünde kasabasında şehrinde... Ziller çalar. Bir kulağımızdan grip diğerinden uçar gider. Hepsi tanıdık melodiler. Hepimiz çocuk olmadık mı?
Şimdilerde pek sık duyuyorum ben bu zil sesini! Kulaklarım çınladığından değil. “Öğretmen” sıfatı eklendi ya ismimin hemen önüne. Ülkemin başkentinde, hoparlörlerden fışkıran metalik zil sesleri bölümlüyor yaşadığım zamanları. Tatlı çocukluk geride kaldı.
İster delilik deyin yaptığıma, ister maceraperestlik... İster “dertsiz başına dert arıyorsun!” deyin. Susmayın’ söyleyin! Ne derseniz deyin! Dayanamadım gittim işte! Ülkemin dağlarına, yollarına... Dağlara, yolara sıkışmış okullarına. YİBO’ larına. Bambaşka zil sesleri duymaya. Bambaşka çocukları kucaklamaya... Deliler gibi özlüyorum çocukluğumu.
Günler birbirini kovalayıp gidiyor. Zamanımız telaşlarda, sevinçlerde, hüzünlerde, kırgınlıklarda, koşuşturmalarda geçip gidiyor. Öyle anlar geliyor ki; zaman düz bir çizgi oluyor attığımız adımların altında. Her ilkyar projesi işte; bir çentik atmak zamana sanki. Bu çentikten emeğin, sevginin akması. Başka zamanlarda sıkışmış yürekleri bu duygunun sarması. Bambaşka çocukları, kocaman masum bakışları kucaklamak! Hepimiz masumduk değil mi çocukken?
Düzce Yığılca YİBO’ da çocuklar... Aynı toprağın suyuyla, acısıyla, toprağıyla, güneşiyle yoğrulmuş benzer yüzler karşılıyor bizi. Akşam vakti olmuş. Ellerinde çiçekleriyle üniformalı kızlar beklemişler bizi yanaklarında ellerindeki çiçeklerden daha güzel gülüşlerle. Küçüktük! Ah ne çok gülerdik ve ne de güzeldik!
Strateji oyunlarını çözmeye çalışırken buluyoruz kendimizi yemekhane masalarının başında. Elimdeki parçalardan bir küp oluşturmaya uğraşırken bir yandan da aklımdakileri bir araya getirmeye uğraşıyorum. Ne çok çocuk var! Ne çok yapılacak iş var! Her biri bambaşka bir hayat! Ne çok hayata teğet geçerek tükeniyor ömrümüz. Bir yerinde bir çentik atmalı geçip giden zamana. Bu çentik başka ömürlerde fark yaratmalı. Adım gibi biliyorum asla geri gelmeyecek o yıllar!
Temiz pak çarşaflarda, tertemiz bir yatakhanede geçiriyoruz geceyi. Evimdeki kadar rahat uyuyorum o gece. Yine de rüyamda deprem görüyorum. Düzce’deki bu yatılı okulda kim varsa depremin acılarını içinden çıkıp gelmiş, öğreniyorum. Sabah uyandığımda gördüğüm rüyayı hayra yorup, suçu beşik misali sallanan ranzaya atıyorum. Çocukken geceleri kim örterdi üzerinizi?
Her projede olduğu gibi daha yüzümüzü yıkarken şaşkın, meraklı gözler dolanmaya başlıyor üzerimizde. Hafta sonu onları okuldaki sınıflarına götürecek bu ablaların, ağabeylerin neler yapacağını merak ediyorlar haliyle. Sabredin diyorum onlara güzel bir gün olacak! Bahçede sıralanmış 1049 çocuk “ koordinatör İlker’in telaşlı sözlerinden aklımda kalan rakamlarla” Kimi taa Mersin’den kimi Ankara’dan kimi İstanbul’dan yola düşmüş 45 insan. Bir süre sonra bir telaştır alıyor kalabalığı. Bayram yerine dönüyor ortalık. İster istemez düşünüyorum ne ile alınır bu emek! Para ile? Pul ile? Aşk olsun derim bu bahçede yaşananlara paha biçene! Bir düşünüyorum da ne çok emek harcandı biz bugüne gelinceye dek!
Her projede olduğu gibi daha yüzümüzü yıkarken şaşkın, meraklı gözler dolanmaya başlıyor üzerimizde. Hafta sonu onları okuldaki sınıflarına götürecek bu ablaların, ağabeylerin neler yapacağını merak ediyorlar haliyle. Sabredin diyorum onlara güzel bir gün olacak! Bahçede sıralanmış 1049 çocuk “ koordinatör İlker’in telaşlı sözlerinden aklımda kalan rakamlarla” Kimi taa Mersin’den kimi Ankara’dan kimi İstanbul’dan yola düşmüş 45 insan. Bir süre sonra bir telaştır alıyor kalabalığı. Bayram yerine dönüyor ortalık. İster istemez düşünüyorum ne ile alınır bu emek! Para ile? Pul ile? Aşk olsun derim bu bahçede yaşananlara paha biçene! Bir düşünüyorum da ne çok emek harcandı biz bugüne gelinceye dek!
Kasım ayına inat bahar havası önce kazaklarımızdan sonra bütün o içimizi sıkan duygularımızdan soyup kurtarıyor bizi. Bahçede hulahop çeviren Altın’ın adına yaraşır güzellikteki saçları salındıkça ışıyor ortalık. Gözler ışıyor. Her yan çocuk her yan aydınlık oluyor. Altın’ın belinde halkası, benim aklımda fikirler dönüp duruyor. An geliyor. İki elin parmakları kadar oluveriyor yaşım. Şuracıktaki yatakhanede uyuyorum geceleri. Şuracıktaki yemekhanede yiyorum yemeğimi. Bi pilav yemeyi seviyorum bir de ekmeği. Kardeşlerime ablalık ediyorum sonra. Ailesinden uzakta, bu okul bahçesinde, her şeyden habersiz küçük bir kız çocuğu olmak... “Abla, iyi ki geldiniz bugün! Hiç gitmeseniz!” diyerek açılan bi kucağa sarılıp kendime geliyorum. Ne de kolaydı çocukken sevgiyi söylemek, apaçık sözlerle...
Birinci sınıflarla “Rüzgârın Üzerindeki Şehir” adlı kitapla birlikte rüzgârlar gibi esiyoruz. Bir ara ön sırada bir çocuğun çamurlu ayakkabısını sıranın üzerinde araba misali sürüşüne tanık oluyorum. Hiç sesimi çıkarmıyorum. Çocukluk işte...
Yığılca’daki misafirliğimiz ertesi sabah güneş henüz doğmadan bitiyor. Mavi otobüste ayak mahmur gözlerle, ekmek arası bir kahvaltı ediyoruz. Dağlar arasından dolanan yollardan geçerek varıyoruz Kıbrısçık’a. O kadar dağı dolandıktan sonra bir ovaya yayılmış binalar görüyoruz. Pembeye boyanmış kimileri, Okul olmuş. Önce tek tük atıyor, sonra sicim gibi yağmur yağıyor. Bi de düşüp, ağlayınca sicim gibi akardı gözümden yaşlar!
Uzaktaki binalardan birinin üst katına kuruyoruz kütüphaneyi. Köhne rafları rengârenk kitaplarla bezerken adamakıllı yoruluyoruz Bilegehan Hanım’la birlikte. İçimizden oracıkta bütün kitapları okumak geçiyor. Özeniyoruz. Diliyoruz ki; Kıbrıscık’ın güzel çocukları bütün bu kitapları okusunlar! İçimizden kim bilir başka ne dilekler geçiyor. Hepsini söylemiyoruz. Yalnızca çocukların dilekleri mi gerçek olur?
Birinci sınıflarla “Rüzgârın Üzerindeki Şehir” adlı kitapla birlikte rüzgârlar gibi esiyoruz. Bir ara ön sırada bir çocuğun çamurlu ayakkabısını sıranın üzerinde araba misali sürüşüne tanık oluyorum. Hiç sesimi çıkarmıyorum. Çocukluk işte...
Yığılca’daki misafirliğimiz ertesi sabah güneş henüz doğmadan bitiyor. Mavi otobüste ayak mahmur gözlerle, ekmek arası bir kahvaltı ediyoruz. Dağlar arasından dolanan yollardan geçerek varıyoruz Kıbrısçık’a. O kadar dağı dolandıktan sonra bir ovaya yayılmış binalar görüyoruz. Pembeye boyanmış kimileri, Okul olmuş. Önce tek tük atıyor, sonra sicim gibi yağmur yağıyor. Bi de düşüp, ağlayınca sicim gibi akardı gözümden yaşlar!
Uzaktaki binalardan birinin üst katına kuruyoruz kütüphaneyi. Köhne rafları rengârenk kitaplarla bezerken adamakıllı yoruluyoruz Bilegehan Hanım’la birlikte. İçimizden oracıkta bütün kitapları okumak geçiyor. Özeniyoruz. Diliyoruz ki; Kıbrıscık’ın güzel çocukları bütün bu kitapları okusunlar! İçimizden kim bilir başka ne dilekler geçiyor. Hepsini söylemiyoruz. Yalnızca çocukların dilekleri mi gerçek olur?
Bir tane banka şubesi, bir ana caddesi var bu yerin. Bir de öğretmen lojmanı. Kışları, dolanarak geçip geldiğimiz o eşsiz manzaralı yollar karla kapanıyor. Öğreniyoruz ki; 3-A sınıfındaki çocuklardan sadece birinin annesi çalışıyor. O da evin altındaki dükkânda! Belki buradaki çocukları bu kadar özel kılan da bu. Henüz kirlenmemiş nadide dağ çiçekleri gibiler hepsi. Kendilerine hediye ettiğimiz kitaplara için : “Elinize sağlık Öğretmenim” diyerek teşekkür ediyorlar. Kitapların üzerindeki etiketlere isimlerini yazıyoruz birlikte:
—Senin adın ne bakalım?
— “Mutlu Güneş” öğretmenim.
Tam da bu sırada zil çalıyor işte.
Ziller durmaksızın çalarken ülkemin her yerinde; Güneş mutlulukla doğsun bu aydınlık yüzlü dağ çiçeklerinin üzerine! Çocukların dilekleri gerçek olur!
—Senin adın ne bakalım?
— “Mutlu Güneş” öğretmenim.
Tam da bu sırada zil çalıyor işte.
Ziller durmaksızın çalarken ülkemin her yerinde; Güneş mutlulukla doğsun bu aydınlık yüzlü dağ çiçeklerinin üzerine! Çocukların dilekleri gerçek olur!
1 yorum:
Elinize sağlık öğretmenim.
Yorum Gönder