Aslında bu yazıyı Radikal Genç'e yollamıştım. Sıklıkla değişen sıcak ülke gündeminde, gazete sayfalarında yayınlanmaya değer bir yer bulamadı kendine. Blogumda geç de olsa bir yer edinmeyi hak ediyor bence. Çünkü eğitim dediğimiz hayati bir mesele. Değil mi yoksa? İsmet Berkan 02.06.2006 tarihli Radikal’deki yazısında eşitsizliğe kalıcı çözüm olarak eğitim’i göstermiş. “Süleyman Demirel, Isparta'nın bir köyünde dünyaya geldi. Onu Isparta'nın köyünden devletin zirvesine kadar taşıyan şey, aldığı eğitimdi. Süleyman Demirel gibi binlerce başarı öyküsü bulmak mümkün Türkiye'de. Hepsinde ortak yön, eğitim” demiş.
Ne yazık ki bu konuda kendisi kadar olumlu görüşler besleyemiyorum bu günlerde. Doksanlarda Anadolu’nun bir köyünde ya da kasabasında dünyaya gelmiş bir çocuğun devlet okullarında okuyup, bambaşka şartlarda ve bambaşka şanslarla dünyaya gelmiş akranlarıyla eğitim hususunda bir noktada eşitlenebileceğe hiç mi hiç inancım yok.
ÖSS gibi eğitimin kocaman bir yarasının bağrında, biraz da mecburi olarak seçtiğim eğitim fakültesinden mezun olmuş ve artık mecburi/tesadüfî olmaksızın kendini “eğitimci” olarak gören biri olarak, içimde barındırdığım çelişki yetmezmiş gibi; başka çelişkilere de imza atıyorum. Nasıl mı? İlköğretim okullarına yardım eden bir vakıf ile birlikte çalışıp, çocuklara “okuyun!” diyorum. “Bunu yapabilirsiniz!” diyorum. “Güçlü olun, bakın Hüseyin Yılmaz gibi köyden çıkıp dünyaca ünlü bir fizikçi olabilirsiniz. Neden olmasın?” diyorum. Kendi söylediğim sözlere en çok kendim inanarak.
Bu çocuklara çalışma azmi aşılamak; “okuyun!” demek doğru ve güzel geliyor bana. En azından elinizin bir omza dokunması o yaşamlarda farklılık yaratıyor. Ama ne yazık ki, plastik bir şekerin aslında var olmayan lezzetini vaat ettiğimizi düşünüyorum kimi zaman. Pek bir canım sıkılıyor. Neden mi? Söyleyin bana, iyi bir okulu bitirince bile, iş bulma aşamasında “torpil”ler uçuşmuyor mu etrafımızda? Köyünde çapa yapan anne babanın torpilini tercih eden var mı aranızda? Ya da kaç tane kurum, kaç tane şirket doğru düzgün burs veriyor söylesenize? Ya da bu burslardan kaçı doğru ellere ulaşıyor? Yarı zamanlı iş bulma sevdasıyla yanıp tutuştuğum günler dün gibi aklımda. Kitapçı raflarına, kasap önlerindeki aç kediler misali bakan gençlerden biri de bendim. Devlet okulunda okumuştum. Üstelik Başkent’in göbeğinde doğmuştum.
Bir yandan okumak, kendini geliştirmek, bilgiler deneyimler sahibi olmak, Diğer yandan hobileri olan, yaşamı mutlukla yaşamayı bilen bir birey olmak. Kendi yaşamını kurmak, kimselerin üstüne basmadan… "Bir ağaç gibi tek ve gür ve bir orman kardeşçesine yaşayabilecek" güçte bir insan olmak. Bütün bunları yaşayabilecekleri bir gelecek bırakabilecek miyiz dersiniz çocuklarımıza? Karamsar olmaya gücüm de yok niyetim de… Sadece bilmiyorum.
Bunca kargaşa, yaşam kavgası, eşitsizlik içinde; azimle, hırsla, akılla ve biraz destekle Süleyman Demirel gibi örnekler çıkıyor. Arkası da gelecek bir ihtimal. Bu beni sevindiriyor yine de sormadan edemiyorum: “Peki ya diğerleri?” Çok kalabalığız! Çok genç, çok küçük, çok korunmasız ve çok kalabalığız. Ortaöğretim kurumları seçme (OKS) sınavına bu yıl 3 milyon çocuğun gireceğini düşünüyorum da; geriye bir tek son söz söylemek kalıyor: Eğitim işini elinde tutanlar! Lütfen siyasi hırslarınızı, saçma sapan kavgalarınızı bir yana bırakıp, çözüme yönelik adımlar atmaya başlayın. Aldığınız kararlarla yaşamları yap-boz tahtasına dönen milyonların sorumluğunu omuzlarınızda taşıdığınızı unutmayın. Bir türlü istihdam etmeyi beceremediğiniz binlerce genç öğretmenin henüz yanan çalışma azimleri sönmeden yapacak çok işiniz var!
Fotograf için teşekkürler!
İLKYAR(ilköğretim Okullarına Yardım Vakfı)