İnsan olarak karşımıza çıkan her “yeni”ye direnç gösterdiğimiz bilimsel temellere dayandırılabilir bir gerçek. Böyle durumlarda genellikle iki tür yaklaşım görülüyor “kahrolsun”cular ve “yaşasın”cılar. Sanırım ben bu grubun ikisine de girmiyorum. Umutsuzluktan ve karalamadan uzak; yapıcı, yenilikçi yaklaşımlara ihtiyaç duyduğumuz kanısındayım..
Her ne kadar ülkemizde pek yaygın telaffuz edilmese de “media literacy/medya okuryazarlığı” diye bir kavram var. Basit bir mantık yürütülürse, günümüzde bilgi sadece yazılı kaynaklardan elde edilebilir durumda değil; öyleyse sadece “okuma yazma” bilmek bilgiye ulaşmamızda bize yetmiyor. Bin bir çeşit kaynaktan; farklı farklı yollarla üzerimize boca edilen bilgiyi kazanmada ve kullanmak için yeni ve farklı bir tür vasfa gereksiniyoruz. Medya okuryazarı olmak… Durumu özetleyecek olursak, “kahretsin” ya da “yaşasın” denecek bir durum yok. İlerleme var, biz de peşinden gitmek durumundayız. Kaçışımız yok.
Medya okuryazarı olmak ne demek? Yazılı ya da yazısız her türlü kaynaktan bilgiye ulaşabilmek, onu analiz edebilmek, değerlendirebilmek ve iletebilmek. Bu tanıma “critical thinking/eleştirel yaklaşım”ı da dahil etmek gerekiyor. Yani, kaynağı her ne olursa olsun bilgiyi değerlendirip onu yerinde kullanabilen bireyler olmak, böyle bireyler yetiştirmek. Ne kadar iddialı bir cümle değil mi?
Dünya’da da medya okuryazarlığının tarihi fazlaca geriye gitmiyor. İngiltere, Avustralya, Japonya medya okuryazarlığı müfredatlarının oluşturulduğu ve ilkokul seviyesinden başlanarak eğitim programlarına dahil edildiği ülkelerden bazıları. Ülkemizde de yeni yeni bu konuyla ilgili adımlar atılıyor: örneğin MEB bu konuyla ilgili bir protokol imzaladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder